Sizi bu ay ve önümüzdeki ay 2008 yılında yaptığım 9 günlük Mısır turuna çıkarıyorum. Belki daha önce de yazdım tam hatırlayamıyorum ama gezdiğim onca ülkeden, gördüğüm o kadar şehir, müze, park, kültür her neyse, beni en çok etkileyen kültür ve ulus Mısır ve Küba’ dır. (favori şehirlerim Londra ve Floransa hariç tabii ki) Oralarda hissettiğim duygu yoğunluğu apayrıdır.
Mısır’ ı ikiye bölmemin sebebi 9 günlük bol destinasyonlu ve bol hikayeli bir tur olduğundan sizi yazı ve görsellere boğmak istemediğimdendir.
Aswan’ da Mısır için önemli bir çiçek olan nilüferi sembolize eden anıt. Aswan Barajı bitirilmesi onuruna dikilmiş.
Turumuzun başlangıcı için İstanbul’ dan Aswan’ a uçuyoruz. Gece geç saatte vardığımızdan direk Old Cataract Hotel’ e yerleşiyoruz. Ertesi günkü programımız epey yoğun. Açılış için Aswan Barajı’ na (High Dam) gidiyoruz. 1960-1970 yılları arasında Nil nehri üzerinde inşası süren baraj Mısır’ ın endüstrileşmesinde ekonomik ve kültürel bir öneme sahip. Barajdan önce her yıl taşan Nil, ciddi zararlar ve kayıplara sebep oluyormuş.
Buradan sonra Mısır’ da gördüğümüz ilk tapınak olduğu için mi yoksa gerçek estetik güzelliğinden mi ya da hikayesinin çekiciliğinden mi bilmiyorum beni çok etkilemiş olan Philae Tapınağı’ na feluka denilen teknelere binerek geçiyoruz. Bu tapınak bir ada üzerinde yer alıyor ve büyücü tanrıça İsis’ in kutsal yeri sayılıyor. Eski baraj zamanında suların taşmasıyla zaman zaman su altında kalan tapınak yeni barajın yapılmasıyla birlikte tamamen su altında kalacağı anlaşılınca Agilkia adasına taşınıyor ve 1980′ de tekrar sergiye açılıyor.
Yine felukalarımıza binerek Kitchener adasına gidiyoruz. Etrafınızı saran sarı coğrafyanın içinde bir vahayı andıran ada aslında botanik bahçesi olarak hizmet veriyor. Mahdist Savaşı’ ndaki hizmetlerinden ötürü Lord Kitchener’ a verildiğinden aynı adla anılıyor.
Felukalara karşı Kitchener adası.
Günün son durağı Bitirilmemiş Obelisk. Bu dikilitaş, taş yatağının içinde oyularak yapılmaya başlanmış. Kadın firavun Hatşepsut’ un (kendisinden yeri gelince detaylı bahsedeceğim) yapılması için kutsadığı bu dikilitaşın yapımı esnasında taşta görülen derin çatlak yüzünden yarım kalmıştır. Eğer bitirilseymiş 42metre yükseklikle dünyada dikilebilmiş en yüksek dikilitaş olacakmış.
Pronto Tur’ u tercih ederek memnun kaldığımız bu gezimizde Mısır’ da mekan bulmanın zorluğundan dolayı kahvaltı ve tüm yemekler ya kalınan otelde ya da önceden rezervasyonu yapılmış, yemekleri de gerçekten lezzetli restaurantlarda yenildi.
Sabah otelden valizlerimizi alarak çıktığımızdan, artık Nil Cruise’ umuzu gerçekleştirebileceğimiz gemimiz Armada’ ya geçiyoruz. Gemi deyince öyle gözünüzde bir Titanic, bir Aşk Gemisi filan canlanmasın sakın. Nehir gemilerinde o kadar lüks ve azamet yok açıkçası. Cruise seven annemle babamın çıktıklarından anlattıkları Captain’ s Night hiç yok 🙂 Maksimum Galabeya Partisi.
Hepi topu budur Armada’ nın olayı. Açıkçası başta belirsizliğin tedirginliği vardı; hijyen, yemek ve gemide, nehirde uyuyor olmak gibi konularda. Ancak alışınca fena rahat. Gez gez gez otele döner gibi gel ama aynı zamanda yolculuk et mesafe kat et. Yorulmadan seyahat!
Günü burada sonlandırıp odalarımıza yerleşiyoruz. Gemi hayatı biraz ilginç. Öncelikle deniz gibi uçsuz bucaksız bir manzara değil de Nil’ in sakin ve en azından sağının solunun bitişini görebildiğiniz, kendinizi daha güvende hissettiğiniz bir alan. Odanın yere kadar camlarından manzara keyfi yapabileceğiniz gibi güverteye de çıkabilirsiniz. Aşağıdaki video da güverteden çektiğim…
Limanda tüm gemilerin yanaşması için yeterli alan olmadığından ilginç bir yöntem uygulanıyor. Karaya paralel bir şekilde tüm gemiler birkaç sıra halinde yanyana diziliyor ve hepsinin yolcu iniş kapıları 2 yönlü açılıyor. Dolayısıyla şanssız gününüzdeyseniz ve limana geldiğinizde yer yoksa karaya ayak basana kadar birkaç geminin içinden geçmek durumundasınız… İlginçtir, güvenlikle ilgili hiçbir sıkıntı yaşanmıyormuş.
Birkaç saatlik yol gittikten sonra akşam yemeğinden hemen önce Kom Ombo’ ya varıyoruz. Timsah Tanrı Sobek’ in tapınağını gezmeye.
Aslında bu tapınağın bir yarısı kötülük tanrısı Sobek’ e (diğer adı Seth) aitken diğer yarısı da iyilik tanrısı şahin tanrı Horus’ a aittir. Buradaki hiyeroglifler arasında cerrahi şekillerin de olduğunu göreceksiniz çünkü bir dönem burası klinik olarak da kullanılmış. Ayrıca uzun yıllar bu tapınak yer altında kaldığından büyük oranda bozulmadan sürdürmüş varlığını.
Timsah mumyası. Timsah Nil’ de en korkulan hayvanlardan biri olduğundan her yıl bir timsah seçilip krallar gibi hizmet edilirmiş kendisine.
Dönüyoruz gemiye… Captain’ s Night olmasa bile yine de gemi ruhuna gönderme yaparak akşam yemeğine şık kıyafetlerle iniyoruz. Gece ise Nil cruise gemilerine özel Galabeya partisi. Bu partinin özelliği şu ki, herkes kiraladığı ya da satın aldığı Mısır’ a özgü yerel kostümlerini giyip katılıyor. Müzik tabii ki Mısır müzikleri. Gecenin sonunda tannura dedikleri bir dansçı çıkarak, ellerindeki tambur ve ışıklı eteğiyle dönerek yaptığı bir dansla süslüyor geceyi. Bu şovun aynısını Dubai’ de de izledik.
Bu postumda bahsetmiştim.
Peki ben ne mi giydim?
Mısır’ a gelirim de Kleopatra olmaz mıyım? 🙂 bu arada Kleopatra beklemeyin, buralarda adı sanı yok, o Shakespeare’ e ait. Burada varsa yoksa Nefertiti. Ben gündüz Bitirilmemiş Obelisk’ in orada bir mağazadan -rehberin sıkıca uyarması üzerine-ciddi bir pazarlıkla 80 dolardan 15 dolara indirerek aldığım bu abayam ve geminin mağazasındaki mankenden ödünç aldığım yılan tacımla katıldım. Hem grubun kaynaşması için hem de güzel vakit geçirebilmek için hoş bir aktivite oldu.
Ertesi gün bize yine tapınak yolları! Gözümüzü resmen Edfu Tapınağı’ na açıyoruz. Kahvaltı bile etmeden faytonlara binerek gittiğimiz bu tapınak da beni çok etkiliyor. Zaten iyilik tanrısı Horus’ a ait mekanları sevdim ben epey. Antik Mısır dönemine ait bu tapınak Karnak tapınağından sonraki en büyük ve en iyi korunmuş olandır.
Horus’ a ithafen yapılmış tapınağa gelmişken hikayesini anlatmadan olmaz. Horus eski Mısır mitolojisinde gök tanrısıdır, Mısır’ ın da ulusal koruyucu tanrısıdır. Bu sebepten firavunlar da kendilerini Horus’ un yeryüzü yansıması olarak görürlermiş. Hikayesine gelince; büyücü tanrı İsis Horus’ a babası Osiris öldükten sonra gebe kalmıştır, doğumundan itibaren de amcası Seth’ in (sobek) baş düşmanı olmuştur. Bu yüzden hayatı boyunca İsis onu korur kollar. Horus’ un gözü aynı zamanda 24 saat kapanmayan, uyumayan vicdanın gözünü temsil ettiğinden kötülük timsali Seth bu gözü çıkarmaya çalışmıştır.
Horus’ un gözü bu şekilde tasvir edilir. (orantıları verilmiş şekilde)
Seth, Horus’ un babası Osiris’ i öldürdüğünden doğduğundan itibaren intikam almaya çalışır şahin tanrı. Sonunda Seth ile savaşır ve kazanır. Ancak bu savaşta Seth Horus’ un gözünü parçalar. Toth bu parçaları bir araya getirir ve büyü gücüyle de eski haline kavuşturur. Bu hikayeyi uzuunn versiyonuyla kesinlikle Mısırlılardan dinlemelisiniz, çok daha dokunaklı. Böyle önemli bir anlamı olduğu için de Mısır’ da Horus’ un gözü bizdeki nazar boncuğu muamelesi görür. Ben de hemen bir kolye edindim tabii.
Ve yine gemiye döner, kahvaltımızı ederiz. Gün boyunca yine Nil’ de ilerliyoruz. Bu arada tur başlangıcında rehberimiz hiyeroglif yazılarının Latin harflerindeki karşılığına denk gelen bir çizelge vermişti ve dilersek hiyeroglif yazısıyla ismimizin yazıldığı kolyelerden yaptırabilecektik. Tabii ki hemen bir tane sipariş verdim ondan da 🙂 Yazıyı kapsayan bu şekle “kartuş” deniyor ve bunu gördüğünüzde anlıyorsunuz ki kartuşun içinde yazan bir firavun ismi.
Yukarıdan aşağıya ismim.
Yol sırasında Esna’ da değişik bir olay daha tecrübe ediyoruz: kanal kilidi. Nehirin farklı seviyelerindeki suyun kaybolmaması için yapılan bir baraj sistemi. Tabii nehir ulaşım için de kullanıldığından kapatılması söz konusu değil. Buna çözüm olarak da bir nevi asansör görevi sağlayan platforma geldiğinde, gemi bununla aşağı indiriliyor. Böylece hem su kaybı yaşanmıyor hem de ulaşım aksamıyor. İşte aşağıda da bu boşaltım esnasındaki video.
Akşamüstü sıralarında Nil cruise’ umuzun son durağı Luxor’ a varıyoruz. Burada otele geçişimiz yok, bu gece de gemideyiz. O yüzden çıkıp küçük bir Luxor turu atıyoruz, meydandaki Kapalıçarşıyı geziyoruz. Bizim Kapalıçarşı ve Mısır Çarşısı’ ndan farkı çok az.
Mısır’ dayken Türk olduğunuzu anlayan her satıcı “Hasan Şaş yavaş yavaş” diyor buna kendinizi ruhen, fiziken her türlü hazırlayın zira bir yerden sonra fenalık geçirtecek seviyeye ulaşıyor.
Mısır’ da hayat çok ucuz, ama çok. Zaten yemekler de tur ücretine dahil olduğu için, herhangi bir lüks tüketim mecrası da olmadığından 9 günde 200 USD harcamak gibi kişisel bir rekor kırdım. Bizim gittiğimiz dönemde 100 USD bozdurup 800 Egyptian Pound alıyordunuz, sizin için güncel kuru kontrol ettim, artık 700 pound. Ve inanın bozdur bozdur bitmiyor o para, tabii bolca pazarlık da yaptığımız için.
Turumuz bitince Armada’ mıza geri dönüyoruz yemek ve konaklama için… Asıl macera şimdi başlıyor… Luxor, Kral Mezarları, mumyalama müzesi, papirüs yapımı ve müzesi, Krallar Vadisi, Tutankhamon laneti, bokböceğinin etrafında tavaf, Hurghada diye bir cennet, Giftun adası diye bir nimet, çölde serap, bir Akdenizli sahil olarak İskenderiye ve elbette piramitler…
Hepsi önümüzdeki ayı bekleyecek, bakarsınız o yazı bile ikiye bölünür 😉 Mısır’ ın söyleyecek çok sözü var…