Geçtiğimiz hafta Bumerang Deneyim Günleri’ nde yine çok keyifli bir etkinlik gerçekleşti: “Atilla Dorsay ile Film Eleştirisi”. Bu daveti duyar duymaz çok heyecanlandım, ne de olsa Atilla Dorsay gibi alanında duayen olmuş bir kişiyle geçirilecek 3 saat söz konusuydu. Program bir film gösterimi ve bunun üzerine sohbet olarak belirtilmişti. Biz bloggerlar bu etkinlik için Hürriyet yönetim binasına davet edildik. Sadece bu bile organizasyona daha da heyecan katan bir detay oldu.
Kısa bir tanışmadan ve günün içeriğinden bahsettikten sonra Atilla Bey’ in bizim için seçtiği 1950 yapımı bir kara film olan Billy Wilder’ ın yönettiği Sunset Bulvarı’ nı (Sunset Boulevard) izlemeye geldi sıra. Açıkçası çok sık sessiz film, siyah beyaz film izlediğim söylenemez. Genelde bu yönde tercihlerimi tavsiye üzerine yaparım. Ancak bu filmi izledikten sonra biraz daha ilgi göstermem gerektiğine karar verdim.
Film maddi sıkıntı içindeki Hollywood senaristi Joe Gills ve yıldızı artık parlamayan sessiz film dönemi aktristlerinden Norma Desmond’ ın yollarının kesişimi üzerine kuruludur. Senaryosunu kendi yazdığı bir filmle eski parlak günlerine dönmeyi amaçlayan Norma, Joe’ dan senaryosu ile ilgili yardım isterken aynı zamanda ona reddedemeyeceği olanaklar sağlamaktadır. Fakat ne yazık ki, sessiz film günlerinden bu yana Hollywood’ da çok şey değişmiştir ve Norma bu değişime karşı yok oluşunu kabul etmektense farklı yollar seçecektir. Kompleks karakterlerin yer aldığı, gotik unsurların kullanıldığı, sağlam temelli ve çok güçlü bir kurgusu olan bu filmi ilk fırsatta izlemenizi öneririm.
Bir kara film için çok fazla diyalog ve abartılı oyunculuklar içeren film aslında sessiz film dönemine saygı duruşunda bulunuyor. Bunu filmin pek çok sahnesinde görebiliyorsunuz. Aynı zamanda Hollywood’ daki “yıldız mitosu”na da gönderme yapan filmde, günümüzde bu tarz “gizemli yıldız” olgusunun yaşanamadığını da görüyorsunuz. 50’li 60’lı yıllarda özel hayatı adeta bir gizem tülüyle kaplı, tapınma nesnesi olarak görülen yıldız sistemi artık geçerli değil. Bu açıdan da düşündüren bir yapım.
Bu filmin 1970′ lerde ülkemizdeki bir hayli gecikmiş ilk gösterimi oldukça yankı uyandırmış. Genelde uyarlama filmi seven endüstrimiz ilginçtir ki Sunset Bulvarı’ nı Yeşilçam sinemasına uyarlamamış. Norma gibi bir karakteri Türk sinemasında hangi sönmüş yıldız oynamayı kabul ederdi bilemiyorum.
* Atilla Dorsay’ a benim sorduğum soru beğendiği yönetmen veya oyuncuların filmlerini izlerken eleştiride nasıl tarafsız kalabildiğiydi. Yanıtını çok samimi buldum. “Tarafsız kaldığım tartışılır, önceki filmlerle ilgili izlenimlerim, anılarım aklıma geldiğinde ister istemez etkileniyorum” cevabını verdi.
* Diğer bir soru ise hoşgörülü bir eleştirmen olup olmadığıydı. Hoşgörülü olduğunu, sanat filmi, gişe filmi gibi keskin ifadeler kullanmayı sevmediğini ve emek verilerek hayat bulan her filmin belli bir kitleye ulaşmasını arzu ettiğini söyledi.
* Hollywood’ dan sonra en sevdiği ülke sinemaları: Fransız, İngiliz ve özellikle korku sektöründe Kore filmlerini beğenerek izliyor.
* Atilla Bey’ e göre bizim ülkemizden neden başarılı korku filmleri çıkmıyor? Akdeniz ülkelerinde korku yeşermiyor, daha rahat ve eğlenceli insanlar. İngilizler, Amerikalılar ve Almanlar bu konuda başı çekiyor. 1800′ lerde Mary Shelley’ nin Frankenstein gibi hala başyapıt olan bir eseri yazması buna örnek olabilir.
* Gişe rekoru kıran Recep İvedik sorulduğunda ise yanıtı netti. “Bunlar stresli toplumumuzun gülüp rahatlamak için tercih ettiği filmler ama elbette kalitesiz”
Genel hatlarıyla keyifli söyleşimiz bu şekilde geçti. Bu arada ben yazımı yayınlayamadan Hürriyet bu etkinliği haber yaptı bile. 🙂 24 Nisanda yayınlanan haberi okumak için
buraya tıklayabilirsiniz.
Böyle güzel ve anlamlı bir etkinliğe imza attığı için Hürriyet Bumerang ekibine bir kez daha teşekkür etmek istiyorum. Biz bloggerlara eşsiz ufuk yolları açıp, normal şartlarda yaşayamayacağımız deneyimleri sunuyorlar.
Dipnot: Bu tip organizasyonlarla ilgili güncel paylaşımlarıma anında ulaşmak için
Twitter ve
Instagram hesabımı takip etmeyi unutmayın.