Yazlık postlar birikmeden, tatiller sıraya girmeden (yok canım o kadar da fazla tatil yapmadım) geçen ay yaptığımız minik Yunanistan kaçamağımızdan bahsetmek istiyorum. Asıl gidiş amacımız tatilden ziyade arkadaşlarımız Bulut ve Mado’ nun düğünü içindi. Gitmişken birkaç günü tatile bağlamamak da olmazdı, hele ki Alexandroupoli bir sahil şehriyken.
En başa dönecek olursak gümrükten normal şartlarda geçebilirseniz 4-5 saatlik bir yolculukla varabiliyorsunuz buraya İstanbul’ dan. Biz de hal böyle olunca Metro turizmin (hiç tercih etmek istemeyerek) Alexandroupoli otobüsüyle gitmeye karar verdik. Biliyorsunuz yaptığım tatillerde iyi kötü tüm izlenimlerimi yazıyorum ki hepsinden kendinize pay çıkarabilin.
Öncelikle Bayrampaşa otogara uzun yıllardır gitmemiştim ama hala içler acısı halde. Akşam 10 otobüsünün 10′ da kalması gibi bir durum söz konusu değil, çünkü biz 10.30′ da hala otobüsü bekliyorduk, garajdan gelemiyormuş. Süreci hızlandırmak için görevli, bir otobüs insanı haldır haldır koşturarak dere tepe düz indirip çıkararak neredeyse Tem otoyoluna koşturup oradan bindirdi. Metro turizme olan önyargım ve dakika bir gol bir, lüks deyip eski bir otobüs vermeleri de cabası. Nihayet 1 saat rötarla yolumuza koyulabildik.
Sabahın ilk saatleriyle biraz gecikmeli olarak Alexandroupoli’ ye vardık. Gün yeni yeni ışırken usulca otelimize giriş yaptık ve birkaç saatlik uyku molası verdik. Saat 1o gibi uyanarak otelin kahvaltısını son anda yakaladık ve şehri turlamaya karar verdik. Şehrin en işlek caddesinde bir aşağı bir yukarı dolaşıp tanımaya çalıştık buraları. Burada gördüğüm birkaç dekorasyon mağazasıyla ilgili detayları “Ev Stil – Yunanistan” yazımda paylaşacağım. Otelden hazırlıklı çıktığımız için içimizde mayolar, kolumuzda plaj çantası sahile inmeye karar verdik.
Yunan alfabesini çözerseniz bu otobüslerin nereden nereye gideceğini belki anlayabilirsiniz 🙂 neyse ki bize Bulut önceden bilgi verdiği için pek zorlanmadık.
Ve biletlerimizi alarak Makri kasabasında yer alan Agia (Aya) Paraskevi’ ye doğru yola çıktık.
Yol üzerinde her an her yerde yukarıdaki gibi üzerinde haç olan dua etmek için şapel görevi gören miniminnacık alanlar göreceksiniz, bunlara pareklisi deniyor.
Agia Paraskevi’ ye gelince son durakta meydanda inip minicik bir kilisenin yanından anında kendinizi kumsalda buluyorsunuz. Sıra sıra bir sürü işletme var sahil boyunca, istediğinizi seçip birine kurulabilirsiniz. Şunu söylemeliyim ki Alexandroupoli gerçekten hayatın çok ucuz olduğu bir şehir. Deli gibi yemek yiyip içip çok cüzi rakamlar ödüyorsunuz. Ee arabayla gelme mesafesinde olunca da farklı bir yeri görmek daha da cazip geliyor. Arabayla seyahatle ilgili birazdan birkaç not ekleyeceğim otobüse alternatif olarak.
Akşam yemeği için köftesi şiddetle önerilen Bakalogatos (bakkal kedisi) adlı mekana gittik. “Allahımmm, bu menü Yunanca, İngilizce menü yok mu?” dediğimizde çat pat İngilizceleriyle nerdensiniz diye sorup Türk olduğumuzu anlayınca bize a’ dan z’ ye Türkçe menü getirdiler. 🙂 Ee bu da koca Avrupa’ dan bize komşu jesti olsun. Yanına közlenmiş kaşarlı patlıcanla caciki söyledik ve midemiz gerçekten bayram etti. Caciki bizim cacığın aynısı deyip klasik Türk muhabbeti yapmaya niyetim yok, bir kere onlar süzme yoğurtla yapıyor, ayran gibi sulu değil. Böyle olunca da sıcacık gelen ekmeklerin üzerine meze gibi sürüp yiyebiliyorsunuz.
O kadar yedik, eritmek lazım Leoforos Dimokratias yani Cumhuriyet caddesinde bir de gece turu attıktan sonra akşamları trafiğe kapatılan sahil yoluna, Paralia’ ya iniyoruz, 2 sokak aşağıya.
Belediye binası
Dondurmalar bir harikaydı, sahile indiğinizde hemen anıtın komşusu olan dondurmacı. (hello kittyli dondurma ne alaka ve nasıl bir şey merak etmedim değil) Yanımızda Bulut veya Mado olmayınca Yunan alfabesi beni bitirdi bu tatil, gördüğünüz gibi doğru düzgün isim bile paylaşamıyorum 🙂
İkinci günümüz aynı zamanda düğün günü olduğundan bu kez sahile biraz daha erkenden inip deniz ve güneşin tadını çıkarıyoruz.
Akşam düğünümüz Orizontas adlı mekandaydı. Burası tam deniz üstü bir yer, konseptimiz de zaten sahil düğünü. Birkaç basamakla kumsaldasınız.
Hal böyle olunca bize de tiril tiril elbiseler ve parmak arası sandaletler giyinip gitmek düştü.
Bu da düğün selfiesi olsun bizden…
Deniz temalı düğüne de çakıl taşlarının süslediği bir masa yakışırdı. Ama romantik çiftimiz bununla da kalmamış, çakıl taşlarına Türkçe ve Yunanca şiirle yazıp bağlamışlar, artık kimin şansına ne çıkarsa 🙂
Ne kadar hoş bir fikir değil mi? Ben bayıldım. Bana Yunanca eşime de Türkçe bir şiir çıktı. Nikah şekeri olarak verilen bizim bildiğimiz badem şekerlerinin damla sakızlı versiyonuydu ve son yıllarda yediklerimize muhteşem bir alternatifti.
Bu güzel ve sevimli düğünü noktalamak için gece sonunda kendimizi kumsala attık tabii ki, yüzmeye cesaret edemesek de…
Ertesi gün son tam günümüz olduğundan hem deniz hem de keyif ön planımızdaydı. Arabayla gelen diğer arkadaşlarımızla Makri kasabasını keşfe çıktık. Burada bir parantez açıp Alexandroupoli’ ye arabayla gelmenin avantajından bahsetmek istiyorum. Biz vizemizi almak için başvurduğumuz sırada araba için de vize alınıyordu ve fiyat 450 TL idi. 3 günlük bir gidiş dönüş için mantıklı gelmediğinden ve uluslararası geçerli bir ehliyete sahip olmadığımızdan bu seçeneği otomatik olarak eledik. Ancak bizden bir süre sonra arabayla gelmeye karar veren arkadaşlarımız vize işini sınır kapısına bırakmış. Biz otobüsle İpsala’ dan giriş yapmıştık daha yakın olacağı için (sınırı geçince 40 dakika). Onlar arabayla Pazarkule kapısını kullanmışlar. Hem daha tenhaymış hem de gümrük işlemleri çok problemsiz yürümüş. Orada çok kısa bir süre önce araç vizesinin 180 TL’ ye düşürüldüğünü ve artık uluslararası ehliyete gerek kalmadığı bilgisini paylaşmışlar ve çok rahat bir şekilde geçmişler. Bir dipnot Pazarkule kapısı Yunanistan’ ın biraz daha kuzeyinden giriş yaptırıyor ve sınırdan sonraki yolu uzatıyor.
(kasabada kilisenin dışında yer olan ufak sunak ve dilek alanı.)
Makri’ de oldukça tavsiye edilen bir restaurant olan Ayi Yorgi’ ye gidiyoruz öğlen yemeğimiz için. Aynı zamanda önünde kumsalı da olan bu yer oldukça popüler görünüyor çünkü otopark alanı olmasına rağmen zar zor yer bulabildik.
Ama bu ilgiyi her şeyiyle hak eden bir yer. Bir kere huzur dolu, her şey çok temiz, düzgün, personel sıcakkanlı ve yemekler efsane! Sizinle yarı boşalmış tabakları paylaşacağım için üzgünüm ama sanırım pek hızımızı alamamışız 🙂
İncecik kabak kızartması ve yanındaki sosu şahane, parmesanlı roka salatası bir “parmesanlı roka salatası” ne kadar iyi olabilirse onun birkaç tık üstünü hayal edin.
Daha pek çok ara sıcak ve meze gitti geldi masamıza oturduğumuz saatler boyunca ve içkiler dahil gün sonunda kişi başına 15 € düşen bir hesap geldi. İstanbul’ da bu kadar lezzetli şeyler sunan bir yerde kişi başı 100-150′ den aşağı kalkamazsınız.
Yemeklerden harika fotoğraflar paylaşamamış olabilirim ama adresi ve telefon numarasını paylaşsam, bir de yazın orada, kışın Feriköy’ de yaşayan bizimle çookk yakından ilgilenen ve masamızı donatan Kosta abimizin ismini versem herhalde kendimi affettirmiş olurum? 😉 Buraya gelin!
Günün geri kalan kısmı için tekrardan Agia Paraskevi’ ye iniyoruz bu kez gelin ve damatla güneş deniz keyfi yapmaya.
Deniz keyfinden sonra Makri’ ye geri dönüyoruz La Filarakia’ da yemeğimizi yemek için. Burası da harika bir yer. Tam tamına kasabanın orta yerinde cadde yanında salaş bir yer ama yine mutfağını enfes bir şekilde önümüze seren bir yer.
Tüm yediklerimiz ayrı lezzetliydi ama burada benim için olay budur. Üstü çok hafif bir hamur kaplı köz biber, onun da içinde muhteşem bir sos. Başka sözüm yok 🙂
Yediklerimizi eritmek için dolaşmaya çıktığımızda kasabanın en tepesindeki Meryem Ana kilisesine varıyoruz. Tam burada suretinin görüldüğüne inanıldığından kutsal kabul ediliyor ve buraya bir kilise yapılıyor. Burası aynı zamanda doğal afet, kriz gibi beklenmedik olaylarda halkın toplanma yeri.
Kilisenin hemen karşısındaki bayırdan aşağısı mitolojik kahraman Kiklops’ un mağarasına iner.
Bu arada Yunan bayrağının yanında göreceğiniz sarı üzerine çift başlı kartal flamaları birçok yerde dikkatinizi çekebilir. Anlamı ise çok net, bu kartal Bizans’ ın simgesi olduğundan Yunanlılar tarafından sıkça kullanılır.
Bu güzel yürüyüşün sonu köy kahvesinde içilecek Türk kahvesidir. Ama ne kahve, bir farkla. Öncelikle bizimki gibi minik fincanlarda gelmiyor, bildiğiniz nescafe fincanında. Normalde benim gibi çarpıntıdan bayılabileceğiniz bir anda yanına eşlikçisi noynoy dedikleri süt geliyor. Öyle bir süt ki sadece bu kahve için üretimi var. Rengi daha sarımtrak ve kıvamı daha yoğun ancak kahveye eklediğinizde muhteşem yumuşak içimli bir karışıma dönüşüyor. Öyle sütlü Türk kahvesiyle yakından uzaktan ilgisi yok. Buralara gelirseniz tatmadan geçmeyin.
Bizim son gecemizdi ancak bizden sonra kalan arkadaşlarımızdan gelen bir restaurant önerisi daha yapayım.
Sevgili Bulut ve Mado’ ya mutluluklar diliyorum ve böyle keyifli bir tatil yapmamıza sebep oldukları için kendilerine çoookk teşekkür ediyorum 🙂