Aylar öncesinden tatil programı yapabilen biri olamadım hiç. İnsanlık hali bir hastalıktır, düğün dernektir çıkar eder diye maksimum 2 ay öncesinden bellidir tatil programımız. Hal böyle olunca bu yaza damgasını vuran bebişimiz tatil olasılıklarımızı da sabote etmişti 🙂 Bildiğiniz gibi önceden sözünü verdiğimiz Yunanistan kaçamağımızı yapabilmiştik sadece.
Hamilelik belirtileri hafifleyip bize rahat bir nefes aldırınca yaz bitmeden, vizenin süresi dolmadan, doğum öncesi son bir kaçış planı yapmaya başladık hemen. Nereye gitsek diye düşünürken kendimizi eylül için Roma uçak biletini ayarlarken bulduk.
Tarih kokan sokaklar…
Bu şehri yıllar önce gördüğümde de çok sevmiştim. Bastığın yerden bu derece tarih fışkıran şehir az bulunur. O halde bir de eşimle gezmek şahane olur dedik ve başladık programa. İlk ayların hassasiyetini düşünerek sıkıştırılmış çok yoğun bir programdansa aynı programı 4 güne yaymaya karar verdik.
Pazartesi öğleden sonra uçağımızla Fiumicino’ ya vardık. Roma merkeze 40 dakika mesafede olduğundan orada her yerde koca ilanlarda göreceğiniz gibi Transvision veya Schiaffini yazan otobüslerle 5 Euro’ ya merkezdeki Termini istasyonuna varabiliyorsunuz. Bizim de otelimiz Termini’ ye 5 dakika yürüme mesafesinde olduğundan biz de bu yolu tercih ettik.
Otelimiz Il Fascino di Roma’ ya valizleri bırakır bırakmaz kendimizi şehre bırakıyoruz. Amaç, yine bize yakın olan Trevi Çeşmesi’ nin civarına gidip para atmak ve gitmeden önce sayısız yerden topladığım restaurant bilgileriyle güzel yemekler yemek. Çeşmeye varmadan önceki sokaktan normalde gürül gürül su sesi duyulur. Yaklaştığımızı bilmeme rağmen bir tuhaflık mı var, su sesi neden yok diye düşünürken bir de ne görelim?! Çeşme boydan boya komple tadilatta! Malum sürecin de duygusallığıyla neredeyse ağlayacağım bizi mi buldu diye. Epeydir tadilat fikri gündemdeymiş ama Ferre’ nin sponsorluğunda sonunda başlatılabilmiş. İşte aşağıdaki çeşme manzaramız!
O zaman bari iyi bir yemek yiyelim diyerek kendimizi epey kalabalık olan Chianti’ ye atıyoruz. Adından da malum burası bir şarap evi aynı zamanda. Ancak yemekleri ve tatlıları da çok çok lezzetli. Çeşmeye çok yakın bir sokakta bulunan mekanı listenize alabilirsiniz. Günün yorgunluğuyla biraz daha turlayıp artık otele dönüyoruz.
Bugün öğleden sonramız şehir dışında geçeceğinden sabah erkenden yola koyuluyoruz.
Otelimizin bulunduğu caddeden aşağı kendimizi salarak Piazza Venezia’ da yer alan İtalyanların tarihi dokuya uymadığından hiç sevmedikleri Vittorio Emanuele anıtını görüyoruz.
Oradan sokakları arşınlaya arşınlaya Antik Roma’ dan günümüze kadar bu kadar iyi korunarak gelmiş yapılardan biri Panteon’ u geziyoruz. Roma’ ya gitmeden önce daha önce izlemiş olsanız bile Dan Brown’ un “Melekler ve Şeytanlar” romanından uyarlanan filmi izlemelisiniz. Daha oraya gitmeden size keyifli mi keyifli bir Roma turu attırıyor, gezilip görülebilecek tüm tarihi yerlerden harika görüntüler sunuyor.
Günün ilk molası içinse güzeller güzeli Navona meydanına geçiyoruz. Burada Bernini’ nin çok beğendiğim eseri 4 Nehirler Çeşmesi’ nin önünde birkaç fotoğraf alıyoruz. Indus, Ganj, Nil ve Rio nehirlerininden esinlenen çeşme meydana enfes bir güzellik katıyor. Biz de tabii bu kendi halindeki meydanın tadını bir cafede latte ve cappuccinolarımızı içerek çıkarıyoruz.
İtalya’ ya gelmişken alışveriş yapmamak mümkün mü? Değil elbette 🙂 Daha önce gitmediğim Castel Romano Designer Outlet’ e ayırıyoruz günün diğer yarısını. Yurtdışı tatillerinde alışveriş açısından avantajlı bölgeler varsa ilk günlerde bu rotayı tercih ediyoruz genelde. En azından umduğumuzu bulamazsak şehri gezerken aklımızın oralarda kalmaması için 😉 Yine şehrin biraz dışında yer alan bu outlet için Termini’ den direk outletin içine kadar giden otobüslerden birini tercih ediyoruz. Ve söylemeliyim ki hayatımda gördüğüm en düzgün, en mükemmellerinden biri. Outlet mantığında görmeye alıştığımız 1000 sezon öncesinin modası geçmiş, rengi solmuş modelleri karşılamıyor sizi.
Neresi yeni sezon neresi eski sezon ayırt edilemeyen bir nizam söz konusu. Fiyatlar ise ne Roma ile kıyaslanır ne Türkiye ile. Yarı fiyatına hatta yer yer üçte bir fiyatına aynı ürünleri bulmak söz konusu. Dolayısıyla kaçırılmayacak bir yer. Bu tatilin alışveriş odağı da kızımız olduğu için ona çalışıyoruz kendimizi unutup. Bebek ve çocuk ürünlerinde de fiyatlar muazzam iyi.
Cappuccino Cafe’ de bir sandwich molası için duraklıyoruz. İtalya’ da sandwich yiyecekseniz mozarellalısından olsun. En taze, en yumuşak, en misss mozarellalardan enfes İtalyan zeytinyağıyla hazırlanmışsa yemelere doyamazsınız.
Roma’ ya döner dönmez otelde biraz soluklandıktan sonra yine kendimizi dışarı atıyoruz. Bu kez şehrin güneybatı ucuna, Trastevere’ ye. Tevere yani Tiber nehri kıyısına kurulmuş bu güzel şehrin bu köşesini görmezseniz Roma’ yı gezdim demeyin. Köprüleriyle harika manzaralar sunan bu bölge aynı zamanda hareketli gece yaşamıyla da ünlü, sokaklar ise capcanlı.
Santa Maria Meydanı’ nda biraz durup kalabalığı izleyip keyif yaparken aslında gezmeyi planlamadığımız Santa Maria en Trastevere kilisesi gözümüze çarpıyor. Görkemli girişi ve o sırada çalan çanlarıyla “hadi gezelim” diyoruz ve içeri giriyoruz. Roma’ da estetik olmayan hiçbir şey yok gerçekten çünkü bizi yine muazzam işçilikle dantel gibi örülmüş eserler karşılıyor.
Dolunay ve Roma… Balayında bu kombinasyonu isteseniz denk gelmez 🙂 Trastevere’ de tavsiye edebileceğim mekan ise Grazia & Graziella. Kapısında bir bekleyen sırası vardı. O kadar iyi mi acaba diye düşünürken yanınızda beliren güleryüzlü garson size Prosecco ikram edince neyse hadi kalalım bakalım deyiveriyorsunuz 🙂 Ama bu ilgiyi de hak ediyor çünkü servis hızlı, yemekler lezzetli ve tüm personel güleryüzlü.
Üçüncü günümüz yine yoğun bir program içeriyor. İlk durak yine buranın mihenk taşlarından Kolezyum- Il Colosseo.
Neredeyse 2000 yıl önce inşa edilmiş bu yapının bugüne kadar bu halinin bile korunabilmiş olması muazzam. Bizim şurada 200 yıllık binalarımıza, sosyal tarih olarak anıtsal değer taşıyan birçok varlığımıza sahip çıkamadığımız düşünülürse onlarınki şapka çıkarılacak cinsten. Aslında olması gereken de bu değil mi?
O zamanın da şartları göz önüne alındığında bu devasa taş yapı daha da değer kazanıyor gözünüzde. Vahşi hayvan dövüşlerini ve gladyatörleri hayal etmeden geçemiyorsunuz yapıyı incelerken.
Buradan hemen yanındaki Roma Forumu’ na yürüyoruz. Uçsuz bucaksız bir alan daha! Eski Roma forumlarının yapıldığı, ticari trafiğin döndüğü, sosyal hayatın cereyan ettiği bu yeri gezmek tam bir tarih sahnesini yaşamak aslında. Etkilenmiş ve sıcaktan bayılmış bir şekilde diğer durağımıza yol alıyoruz. Aklınızda olsun Kolezyum ve Roma Forumu’ nu mümkün olduğunca sabah saatlerinde gezin, sıcak saatlere kalmayın.
Ve o sıcaktan sonra içimizi ferahlatan bir yer: Campo di Fiori- çiçek ve meyve pazarı.
Bu arada Roma’ da her gözümüze kestirdiğimiz Gelateria’ da dondurma yemeyi ihmal etmiyoruz. Ahh o ne lezzetler o ne çeşit ve o ne kıvam. Roma dondurması diye bir gerçek var şu dünyada 🙂
Gün sonunda bizi eğlenceli bir aktivite bekliyor! Vogue Fashion Night Out Rome! İstesek denk getirmek zor olurdu. En ünlü alışveriş caddeleri Via Condotti ve Via del Corso’ da yer alan mağazalar birçok renkli aktiviteye ev sahipliği yaptı o gece. Bizdekinden çok mu farklıydı derseniz elbette arada uçurum yok. Ama her şeyin zaten en ünlü caddelerde cereyan ediyor oluşu ve avm de olmamanın özgürlüğü söz konusu. İşte geceden objektife takılanlar…
Biz de kendimizi podyumda hissetsek fena olmaz sanki 🙂
Herkesin selfie çekmek için yarıştığı şu ünlülerini bir de biz tanısaydık…
Bu gecenin durağı İspanyol Merdivenlerine yakın sokaklardan birindeki De Santis. Makarna, pizza ve sandwichleri enfes. Ambiyans olarak da daha nezih bir yer. Bar kısmı da mevcut. Uğranılası bir nokta.
Dördüncü günümüzün biraz hüsranla başlıyor açıkçası. Gelmeden önce gitmeyi aklımıza koyduğumuz çilekleriyle ünlü sevimli mi sevimli volkanik dağ eteklerinde yer alan Nemi köyüne gidemiyoruz. Çünkü internetten direk otobüs veya tur bulamadık. Termini istasyonunda da kime sorsak Roma’ ya 45 dakika mesafedeki bu yeri ilk defa duymuş gibi yüzümüze baktılar ve biz resmen gidemedik.
Bu sebeple de günün ilk yarısını biraz kişisel alışverişimize ayırıyoruz. Bereket bizden yana. Yok yok maddi değil bildiğin yağmur bereketi 🙂 Biz sokaklardayız ve ne sağanak ne sağanak. Girecek mağaza, saçak altı ne bulursak atıyoruz kendimizi içeri. Neyse ki işlerimizi bitirmeye yakın güneş güzel yüzünü gösteriyor bize ve öğleden sonrası için planladığımız Villa Borghese gezisi için tüm uygun şartlar yerine geliyor.
Böyle büyük şehirlerdeki yeşil alanlarda nefes almayı seviyorum. Size kendinizi hem oralı gibi hissettiriyor hem de turist rutininizi kırıyor. Burası soylu Borghese ailesine ait bir alan. “Bir alan” sözü biraz yetersiz kalabilir zira neredeyse Roma’ nın beşte biri Villa Borghese ve bahçelerine ait. Yaşadıkları ev bölümü şimdi bir sanat galerisine dönüştürülmüş durumda. Yürüyerek bir günde bu parkı gezmenizin imkanı yok. Bu sebepten de yarı insan kuvveti yarı aküyle çalışan çift kişilik bisikletlerden kiralıyorsunuz ve hışır hışır sesler çıkaran ulu ağaçların gölgesinde huzur veren bir yolculuğa çıkıyorsunuz.
İçinde bir hayvanat bahçesi de mevcut.
Burası da Gelleria Borghese olarak geçen sergi alanı.
Bu huzur yuvasından gerçek dünyaya dönelim derken İtalya’ da her yerde tiramisu yiyin ama Pompi’ de de kesin yemelisiniz dedikleri tiramisu durağına geliyoruz ve yine bu dünya dışında bir alemlere uçuyoruz. Burada her çeşit tiramisu var. Klasiğini zaten her yerde yiyoruz diye ben piña coladalı ananaslı muhteşem lezzeti deniyorum ve pişman olmuyorum. Çileklisini de eşimden tadıp 10 üstünden 9 veririm size tavsiye 😉 Tek dezavantajı oturayım keyifle yiyim durumu yok, ya paket alıp çıkıyorsunuz ya bar masalarında ayaküstü atıştırıyorsunuz.
Dönüş günümüze gelirsek… Akşam uçağımız saat 8.30′ da olduğundan tüm gün bizim! En gezilesi duraklardan biri Vatikan ise son durağımız. Ne yapın edin sadece bazilikayı görmekle yetinmeyin. Biz gitmeden önce internetten Vatikan Müzesi ve ünlü Sistine Şapeli için biletimizi aldık. Yoksa çılgınlar gibi bir kuyruk beklemek zorunda kalabilirsiniz.
Vatikan’ ı İsviçreli muhafızlar koruyor yüzyıllardır, bunlar da geleneksel üniformaları.
Ve müzenin içinden…
Eski bir Vatikan kalesi olan Castel Sant Angelo’ ya sırtınızı Vatikan’ a dönüp yürüyerek varabilirsiniz. Yer altından gizli! bir geçitle Vatikan’ a bağlanıyor bu kale. Bir dönem hapishane olarak da kullanılmış.
Yolculuk öncesi son yemeğimizi yemeden önce adres sorduğumuz bir amca tur rehberliğine soyunuyor ve bizi çevre hakkında hemen bilgilendiriveriyor 🙂 Burası tarihin unutulmaz anlarından Sezar’ ın Brütüs tarafından öldürüldüğü alanmış.
Şu alla arabiata sosu Türkiye’ de hiçbir yer İtalya’ daki gibi yapamıyor; açık ve net. Hep bir domates salçası tadı, bir bayık tad, yok olmuyor. Bu harika makarna ise Fatto in Casa adlı salaş bir restauranttan. Bu da İtalya kapanışımız için mis gibi mevsim domatesli bol acılı enfes bir kapanış oluyor. 5 günlük pizza, makarna, mozarella, tiramisu, dondurma, çok bol tarih, en bol keyif çatmaca turumuz burada tamamlanıyor.