Yaşasın Cuma!
İnsanın home office çalışırken eşinin devamlı dışarıda oluşu hafta sonunu bir ayrı iple çektiriyor insana. Hemen yapılabilecek programlar, gezmeler akılda uçuşuyor, o mu bu mu seçiliyor. Hele ki sonbahara son hız giriş yaptığımız bu günlerde insan farklı arayışlara giriyor.
Doğma büyüme İstanbullu’ yum, gezmeye meraklıyım ve 31 yaşımın şu gününde hala ayak basmadık o kadar çok yeri var ki bu şehrin, sanmıyorum ki dünyada başka bir şehir kolay kolay kapışabilsin.
Yine böyle bir arayışta olduğumuz bir pazar günü, epeydir duyduğumuz bildiğimiz “Karaburun’ a gidelim hadi” sözüyle başladı. Hiçbir şey araştırmadık bile. Atladık arabaya ve açtım Google’ ı. Nereye gidilir ne yenir diye araştırırken Vedat Milor’ un web sitesindeki Karaburun Hanımeli Restaurant yazısına tıkladım. Balık konusunda onun bile ilk 5′ ine girdiğine göre herhalde serpme kahvaltısı da başarılıdır dedik ve yoldayken rezervasyonumuzu yaptık.
Gittiğimizde aslında tam da istediğimiz gibi fazla curcunası olmayan kafa dinleyerek pazarımızı geçirebileceğimiz bir mekan bulduk. Ambiyansta tipik bir balık restaurantından hiçbir fazla yok, her şey olması gerektiği ölçüde. Serpme gelen kahvaltıda tabii ki binbir çeşit yok ancak sunulan her şey çok leziz, buna koca bir çanakta gelen salça basılmamış mis domatesli biberli menemen dahil.
Dipnot: Şu an konudan kayıyorum ama değinmeden geçemeyeceğim. Kimse kusura bakmasın da bizim insanımız neden bu kadar pis? Evet resmen pis, sahildeki çere çöpe inanamazsınız. İnsanda dokunma hissi uyandıran o sapsarı caaanım kumda malesef görmeye alıştığımız maddeler. Hayır kardeşim, yine sen gelip burada vakit geçiriyorsun, sen at o at, hoşuna mı gidiyor çöpün üstüne oturmak??? Aah ah, içim acıyor gerçekten, bu doğa katliamlarına sessiz kalamıyorum, tahammül edemiyorum. Sen de kızgın mizacını koru KARADENİZ ki daha çok insan yanına yaklaşıp da seni kirletemesin, çılgın dalgalarına rağmen berraklığını hep böyle koru…