Dekorasyon ve alışveriş namına gelebileceğiniz, sizi muazzam besleyecek şehirlerden bir tanesi Londra. Esasen Londra pek çok konuda sizi fazlasıyla tatmin edebilecek bir yer. Bilim, kültür, sanat, estetik ne ararsanız cömertçe önünüze serer. Buralara kadar gelmişken küpün ağzını açıp iyice doldurmam lazımdı kendimi, vizyonumu birkaç derece daha genişletmem gerekiyordu. Ne demişler, sevdiğiniz işi yapıyorsanız asla çalışmış sayılmazsınız 😉 Bu arada malzeme çok bol olduğu için dekorasyon ve alışveriş postlarını ayıracaktım ama her bir yazıda tekrar başa dönüp lokasyona göre ayrıştırmaktansa hepsini bir arada sunmaya karar verdim. Umarım keyif alırsınız. Yanınıza çay kahve içecek bir şeyler almanızı öneririm 😉 Tabii gezi yazısını okumadıysanız önce ondan başlamanızı tavsiye edilir, linki de burada. Haydi o zaman başlasın Londra dekorasyon ve alışveriş turu!
İlk durak Notting Hill ve Portobello road market yani bit pazarı. Avrupa’ nın en ünlü ve en civcivli bit pazarlarından biridir. Antika namına aklınıza gelebilecek her şeyi bulmanız mümkün ama ya ben denk gelmedim ya da uygun fiyatlı bir şeyler gerçekten hiç yok. Malum bizim kurlar mart ayında 5,30 idi şu an 6,30 kur ile iyice astronomik hale dönüştü.
Sadece kulp satan birkaç dükkan vardı ve hepsinde muhteşem parçalar vardı. Giderseniz kulpçu deyip burun kıvırmayın, gezin.
Sara Tiara isimli mağazada müthiş orijinal ekose kombinli kıyafetler vardı. Şapka, ceket, elbise, yelekler gerçekten muazzam bir işçilik ve kalite ile bir araya getirilmişti.
Gittiğimiz dönem paskalya yortusu yaklaştığından ve aynı dönem Peter Rabbit filmi vizyonda olduğundan tüm Londra’ da bir tavşan enflasyonu vardı.
Whittard İngiltere’ de bolca şubesine rastlayacağınız çay markalarından. Hem çok fazla çeşidi var ki mutlaka farklı türlerinden almalısınız, hem de hediyelik sevimli boy paketleriyle eşe dosta götürelecek en mantıklı ve anlamlı seçeneklerden.
Hatta şu üstteki lemon and lime olan o gün denemedeydi, müthiş bir lezzeti vardı. Yandaki Turkish apple’ a da dikkatinizi çekerim 😉
Notting Hill’ den şehrin merkezine doğru yürürken bir sokağın başından gördüğüm bu pencere beni kendine çekti ve o camın önüne kitabım ve çayımla tüneyip saatlerce okuma isteği uyandırdı.
Oxford caddesine gelmeden önce Queensway tarafında denk geldiğimiz, şehirde birkaç şubesi daha bulunan Marks & Spencer Food Hall yani sadece bu marka yiyecek içecek satan marketler bir şahane. Her şey M&S markalı, aklınıza ne gelirse, sütünden, kuruyemişine, şarabına, etine kadar. Fiyatları da gayet makul. Eve dönmeden önce buradan götürmek istediğiniz yiyecekler için mutlaka öneririm gezmenizi. Hatta ben fudge diye geçen şekerlemeleri çok severim ki bu sefer Harrods, Fortnum and Mason ve burası dışında hiçbir yerde bulamadım. Bir de tuzlu, kabuğu soyulmuş iri bir badem cinsi vark ki enfes. Onu da mutlaka buradan alın.
Regent caddesindeki Anthropologie, gezmeyi yana yakıla beklediğim mağazalardandı. Hem giyim hem dekorasyonda yıllardır beğendiğim ürünleri olan marka bu kez güldürmedi beni. Açıkçası ikonik olabilecek bir 6lı kahvaltı tabağı kaparım diye düşünüyordum ama bu sezon koleksiyonunu hiç ama hiç beğenmedim. Bir tane kırlangıçlı 3 katlı servis tabağı vardı boyu yaklaşık 50 cm olan, o da fiyat performans dengesinde sınıfı geçemedi.
Bakın size bir de emlak bilgisi vereyim. Zone 1 diye geçen merkezde bir emlakçının camında gördüğümüz ilanlara bakar mısınız? Yukarıdaki 119metrekare ve fiyat 2milyon sterlin! Hele aşağıdaki 745 metrekareymiş, fiyat 22 milyon sterlin 🙂 Zaten Londra merkezde 745 metrekare bir evde oturacaksan ya İngiliz soylularından ya da Arap şeyhlerinden biri olmak lazım sanırım…
Oxford caddesindeki T2 da beğendiğimiz çay markalarından oldu. Fincanları da efsane.
İlk akşam gittiğimiz Sketch London dekorasyonu ile etkileyen mekanlardan. Mesela burası tuvalet bölümü, o gördüğünüz yumurtaların içine giriyorsunuz 😉 Her an her köşede sürprizli bir detay var.
2. gün soluğu Harrods‘ ta alıyoruz. Amaç sıkı bir kahve içip direk dekorasyon katına çıkmak ama o dekorasyona ulaşana kadar ne badireler atlatıyorsunuz bir de bana sorun 🙂 taze yemek kısmını geçseniz çikolata bölümü yakalıyor, kahveyi bitirseniz çay, asansörle direk çıkayım deseniz çantalar yolda “valla bırakmam” diye yakalıyor. Hadi onu geçtiniz parfümler kozmetik reyonuna davet ediyor.
Bu etabı da atlattım mı vardım sanıyorsun haydiiii çocuk departmanı muazzam markalarla “ne yani Derin’ e bir şeyler bakmayacak mısın?” diyor. E bakıyoruz haliyle! Oyuncak, kırtasiye derkeeeeenn o da ne, nevresim takımı mı? Hemen atıyoruz kendimizi dekorasyon bölümüne 🙂
(bir parantezle belirteyim Cath Kidston çocuk için yapılabilecek alışverişi tamamlayabileceğiniz enfes ötesi bir marka. Çok şiddetle dünya çapındaki mağazalarını araştırıp her yerde gezmenizi tavsiye ederim. )
Victoria and Albert müzesinde sergilenen eski bir tiyatro sahne dekorasyonu taslağı! Çok etkileyici değil mi? ve aşağıda da müzeden çok beğendiğim birkaç detay var. Tabii ki çok muazzam bir müze, kesinlikle görülmeli. Ben buraya ne kadarını koysam az kalır.
Hele bu nasıl güzel bir sergi alanıdır? Hayran olmamak elde değil…
Ertesi gün Covent Garden civarında gezinirken rastladığımız şık bir parfüm mağazası. Elizabethan Rose İngiltere’ de bilinen bir marka.
Gelelim 5 çauı için gittiğimiz St Pancras Renaissance Hotel’ in dekorasyon detaylarına.. Bu oteli daha önce de belirttiğim gibi Muhteşem Oteller bölümünde yazmıştım. Gelin şimdi benim gözümden tura çıkalım. (o yazının da linki burada)
Bu da devasa gara açılan kısım…
Otelden çıktıktan sonra Fortnum & Mason’ a yürürken en çık pasajlardan biri Bulington Arcade’ den geçiyoruz. Son derece şık ve kişiye özel dikim yapan butiklerin olduğu bir pasaj.
Fortnum’ da sizin de çıldırmanız için hadi gelin gezelim 🙂 Biz gezerken baya baya hayran kaldık .
Bir gurme marketi olarak aklınıza gelecek her türlü gıdanın hep en iyileri mevcut, hatta çoğu yine kendi markaları.
Çocuk odalarına nefis bir bulut alternatifi… Tabii bu bulutlar nerede derseniz, Fortnum’ un içindeki emzirme odasında! Alkışlara bebekli anneleri el üstünde tutanlara!
Londra’ ya gitmişken mutlaka bir iki tane şapka butiği gezinin ve elbette o bir daha başka hiçbir yerde o kadar güzellerini bulamayacağınız şapkaları deneyin kendinize.
Cambridge tamamen bir kültür turu olduğu için dekorasyon namıma fazla bir belge yok, hatrı kalmasın derseniz klasik İngiliz kapılarından bir çift verebiliriz 😉
Akşam yemeği için gittiğimiz The Ned London Hotel hafif koloni dönemi iç mimarisi izleri taşıyan bir otel, arada da art deco tasarım ürünlerine yer verilmiş bu abajur gibi..
Joanne Wood metal ağırlıklı şık mobilya ve aksesuarlar bulabileceğiniz bir mağaza, en sevdiğim bölgelerden biri olan Belgravia, Elizabeth street’te.
Londra’ ya gitmişten dekorasyon adına gezmeniz gereken en önemli yerler Pimlico ve Fulham road Chelsea bölgeleri. Hem önemli mimar ve içmimarların ofislerinin hem de tanınmış mobilya markalarının mağazalarını bulabilirsiniz. Üstte ve alttaki 2 görsel Soane Britain‘ a ait.
Nicholas Haslam – Paolo Moschino
Ayrıca irili ufaklı dekorasyon ve mutfak ürünleri satan mağazaları yurtdışında kesinlikle pas geçmeyin, illa ki görmediğiniz bir detay ya da alışık olduğunuz ürünlerin farklı varyasyonlarını bulabiliyorsunuz.
The Oka.
London Basin Company el yapımı seramik lavabolar tasarlayan bir tasarım markası. Kendisini uzun zamandır Instagram’ dan takip ediyorum ve hatta bir röportaj ayarlamıştım ama bir aksilikten ötürü gerçekleştiremedik. İnşallah başka zaman diyelim 🙂
Yine Chelsea bölgesinde dünyada işçiliğine en hayran olduğum duvar kağıdı markasının mağazasını ziyaret ettim. De Gournay. Geniş renk kartelasından taban rengini, yine geniş kartelasından deseni seçiyorsunuz ve hepsi el boyaması yapılarak teslim ediliyor. Bu işçiliğin daha da muazzam yanı, portföyündeki aşağıda görmüş olduğunuz duvar kağıdı, kağıt üstüne iplikle nakış yapılarak hazırlanıyor. Böyle bir şeyi bu kadar işin içindeyim, ben bile daha önce görmemiştim, kalbimden vuruldum resmen 🙂 bizim kumaşlara yaptığımız nakışı duvar kağıdında görmek gerçekten çok etkileyiciydi.
Ve son durak… İlk gün gezmeye fırsatımız olmamıştı Regent caddesindeki Liberty London‘ ı. Ancak bu Tudor döneminden kalma enfes tarihi bina da Londra’ nın tarihi alışveriş mekanlarından biri daha. İç ve dış mimarinin titizlikle korunması, içindeki marka ve ürünlerin şıklığı ve kalitesi Liberty’ i de gezmeseniz eksik kalacağınız mekanlara taşıyor. Hatta gezerken paylaştığım storyleri izleyenler hatırlar( ki hala IG hesabımda sabitlediğin London Deco storylerinde var) o gün bir dekorasyon workshopuna denk gelmiştik ve bir mood board hazırlamıştım. Günü daha keyifli bitiremezdim sanırım.
Ne güzel şehirsin sen aşık olunası… En kısa zamanda tekrar görüşmek ve ruhumu cömertçe sunduklarınla besleyebilmek dileğiyle, hoşçakal Londra…