Küba. Bir rüya.
Çok uzun zamandır yazmak istiyorum bu çok özel dünya parçacığını. Benim için kıymetli bir mücevher olarak saklıyordum kalbimin kasasında. Açıyorum kutuyu yavaşça. Artık sizindir…
Gidip görene kadar (2008) Küba’ yı gezmekle igili yanıp tutuşan biri değildim. O yaz çok yoğun çalıştığımdan, araya fuarlar girdiğinden yaz tatili yapamamıştım. Teyzem ve halamla çıkacağımız tatil için oturup lokasyon düşünmeye başladık. Üçümüzün de gitmediği bir yer olması lazımdı. Gözüme nereden iliştiyse Pronto Tur‘ un Küba gezisi ilişti. Programı inceledim, gidilecek noktaları Google’ ladım. Teyzem Balkanlar turu mu yapsak dedi ama onu kalbinden vuracak kozum elimdeydi. “Boşver, 2 adım Balkanlar, hep gideriz, ben sizi rüya gibi bir denizde yüzdüreceğim” dedim ve Cayo Blanco‘ nun fotoğrafını gösterdim ve konu bağlandı 🙂 (Balkanlar lafıma alınmaca gücenmece yok, biz de Kosovalı’ yız)
Küba’ ya vize durumu ilk akla gelen soru. Evet vize isteniyor. Ama bizim gittiğimiz dönemde epey sembolikti ve kağıt üzerindeydi, pasaporta işlenmiyordu Amerika’ ya girişte sıkıntı yaratabilir diye ki nitekim o dönem geçerli bir Amerika vizem de bulunduğundan pasaportumda Küba’ ya giriş çıkışımın herhangi bir ibaresi bulunmuyor. Hala durumlar öyle mi bilenler aşağıya yorum olarak bırakabilir.
1 haftalık turumuzu bahsettiğim gibi Pronto’ dan aldık. Havana ve Varadero‘ da konaklamalı bir program içeriyordu, elbette civarda gezilecek ekstra yerlerle birlikte. O dönem THY Küba‘ ya direk uçmadığı için Air France ile Paris aktarmalı olarak ulaşımımız sağlandı. (ufak bir araştırma sonucu Pronto hala Air France ile aktarmalı uçuruyor) Paris malum buradan 3 saat dolaylarında. Paris Havana arası ise yaklaşık olarak 8-9 saat civarında sürüyor. Kıtalar arası Air France, Lufthansa ve THY ile uçmuş biri olarak söylüyorum, pek şaşırmayacaksınız ama THY açık ara en iyisi. Uzun uçuşlarda diz meafesi bir uçaktan diğerine değişebilir onu baştan bilemezsiniz hangi uçağın denk geleceğini ama hizmette şüphe yok.
Havana
Evet tur başlasın artık! Havana‘ ya akşamüstü saatlerinde vardığımızdan direk otelimize yerleşip akşam yemeğimizi aldık. Şehrin sayılı beş yıldızlı otellerinden Melia Cohiba‘ da kaldık. İncelemek için buraya tıklayabilirsiniz. En işlek ve merkez caddesi olan sahil caddesi Malecon‘ un bir üst caddesinde kalıyor dolayısıyla gayet tatmin edici bir konumda. Biz yarım pansiyon olarak konakladık. Akşam yemeğinden sonra otele bağlı ama ayrı giriş kapısı olup, şehrin hoş kulüplerinden olan (yukarıda resmini gördüğünüz) Habana Cafe’ ye geçtik. Canlı müzik ve kabare şovlarıyla dikkat çekici bir mekan. Küba gecelerine başlangıç için iyi bir seçenek olabilir. Küba’ ya has kokteyllerden olan cuba libre‘ yi (özgür küba) de ilk kez burada denedik. Bacardi veya herhangi bir rom ile bol buzlu cola karışımı bir kokteyldir, İçimi cola sevmeyeni bile cezbedebilir.
Odamızdan Havana manzarası
Ertesi gün sabah canlı müzikli kahvaltımızdan sonra şehir turumuza başlıyoruz. Evet gün müzikle başlıyor ama asla bitmiyor. Küba’ da her köşe başından ayrı ezgiler yükselir. En az 2 3, bazen 4-5 ama bazen tek kişilik orkestralarla sizi melodiler arasında dalgalandırır Küba sokakları. İlk olarak Malecon Bulvarı‘ ndan geçerek sembol lokasyonlardan biri olan her yıl 1 mayısın coşkuyla kutlandığı, Che Guevara ve Fidel Castro‘ nun da burada kutladıkları Devrim Meydanı‘ na gidiyoruz. Bu arada son yıllarda buraya artan ilgi ve seyahatlerin yerel kutlamalarıyla daha anlamlanması sebebiyle Küba’ ya da 1 mayıs turları düzenleniyor, bilginiz olsun.
Buradan sevimli ve küçük meydanların bulunduğu eski şehire doğru geçiyoruz. Ama burada müzik açmanızı isteyeceğim. Çünkü meydana çıkmak için girdiğimiz o dar sokakta kendimi tam anlamıyla “Küba’ ya hoşgeldin” anında buluyorum ki siz de öyle hissedin istiyorum. Buena Vista Social Club’ dan Chan Chan eşlik etsin bu satırlarda size.
Sokaklarda ilerlerken tatlı pembe rengiyle karşımıza çıkan bina Ernest Hemingway‘ in konakladığı Hotel Ambos Mundos. Kaldığı odalardan biri müze haline getirilmiş. Bu odayı gördükten sonra en sevdiği barlardan biri olan La Bodeguita del Medio‘ da mojito, Floridita’ da daiquiri‘ nizi yudumlayabilirsiniz. Bu seyahat adım adım takip edilecek böyle noktalarla çok daha keyifli ve anlamlı.
Katedral meydanına çıktığınız zaman sizi barok dönemin tüm eğlenceli ve oyuncaklı yanıyla La Catedral de la Virgen María katedrali karşılıyor. Alt sokaklardan duyulan müzikler ise yine enfes bir arka plan oluşturuyor.
Havana sokaklarında her köşe başı müzik dedim de bir şey daha var: Her köşe başında size nerede olduğunuzu hissettirecek rengarenk kostümlü, ellerinde puro ile bekleyen, gözlerinin içi gülen tatlı mı tatlı insanlar. O coşkuya kapılıp sokaklarda dans etmeden gezmeniz imkansız. Sizi asla rahatsız etmeden, katıksız ve saf neşeleriyle sarmalıyorlar. İlk 1-2 gün bu coşku ve enerji hoşunuza gidiyor, sonra ülkenin mevcut durumunu gördükçe daha derin bir hayranlık ve saygıya bırakıyor yerini.
Sonrasında bu ülkeyi, Castro’ yu daha da sevmemize sebep olan yere doğru ilerliyoruz. Malecon’ daki Atatürk anıtına. Ülkemizden binlerce kilometre uzakta bile gözleri dolduran ve nerelerde bile kıymet bilindiğini gösteren mütevazi (Küba’nın geneli böyle zaten) bir Atatürk büstü.
Devamında istikamet art noveau stiliyle müthiş Capitolio. Şu an müze olarak halka açık olan bina Washington DC’ deki benzerinden daha heybetli olarak tasarlanmış ve zaman içinde başkanlık binası görevinden dönüştürülmüştür. İçini de gezmenizi şiddetle tavsiye ederim, ben burada o kadar detaya girip sizi yormak istemiyorum.
Önünde bekleyen 50′ lerden kalma Buick, Chevrolet veya Cadillac’ larla fotoğraf çekilebilir, şehir turu atabilirsiniz. Tabii bunlar turistik aktivite değil sadece. 59′ daki Küba devriminden sonraki ambargo sebebiyle mecburen kullanmak durumunda kaldıklarından. Bu güzel ülke için herkesin kullandığı terimi kullanmış olacağım ama 59′ da çekilen bir fotoğraf gibi donup kalmış olan bu eşsiz coğrafyada bunca yokluğa, her şeyin sahibinin devlet olduğu sosyalizmin getirileri ve götürülerine rağmen halkın hayattan bunca mutlu oluşu bir kontrast. Tabii Castro ölmeden Küba’ yı görmek terimini gerçekleştirdiğimiz için mutluyuz çünkü 2016′ da Castro’ nun ölümüyle birlikte ülkede bir çözülme başlamış. Yılların ambargosundan herkes yorgun, dolayısıyla bu dönüşüm hızlanmadan aklınızda bir yerlerde buralar varsa doğru zaman “olabildiğince hemen” dir. Daha fazla tarih ve siyasetle sizi bayıltmadan turistik bir dipnot verip sıradaki lokasyona geçeyim. Küba’ nın yerel para birimi peso ancak turistlerin bu parayı kullanması kesinlikle yasak, cuban convertible diye geçen CUC kullanılmak zorunda ki bunun da kur değeri euro civarında. Tabii birkaç euro’ ya elindeki pesoyu değiştiren karaborsacılar da varmış ama tamah etmemenizi öneririm.
Mesela burası bir kuaför… Yaşam şartlarını görebiliyor musunuz? Burada hanginiz işlem yaptırmaya cesaret edebilir? Ya da aşağıda gördüğünüz “kasap”tan kim et alabilir?
Diğer yandan devlet eğitim ve sağlıkta müthiş olanaklar sunuyor. Tıpta Küba’ nın çok ileri düzeyde olduğunu biliyor muydunuz? Hatta hanımların çoğu oradan gelen bir krem olan Alicia‘ yı bilir 😉
Bugünü merkezde geçirdikten sonra otelimizdeki akşam yemeğinin ardından ikonikleşmiş bir yere gidiyoruz. Tarihi Hotel Nacional de Cuba‘ ya ünlü Tropicana Show‘ a. Yerinizde durdurmayan Küba müziklerini renkli bir dans showla sunan güzel bir gösteri. Tabii bu arka planda yine size parça gönderiyorum okurken dinlemeniz için buraya tık.
Herkese tavsiye edeceğim müzik ve dans dolu bu gecenin ardından ertesi gün sabah erkenden yola koyulduk. İstikamet ilk olarak puro fabrikasına. Bu kadar gizlilik içeren nedir bilmiyorum gerçekten içeride görüntü almamız kesinlikle yasaktı. Aşağıda sadece dışarıdan görüntüsü. Dünyaca ünlü Küba purolarının hazırlanma koşulları olabilir belki sebep. Buna yanıtı, yazıyı okuması muhtemel puro üstadı arkadaşım https://www.ellector.info/ versin 🙂 Bir nokta daha var. Hangi markanın fabrikasına gittiniz diye de sormayın çünkü üretim yeri aynı ama kutular hepsi bir yerdeydi: Cohiba, Montecristo ve Romeo y Julieta.
Buradan Viñales Vadisi‘ ne (vinyales diye okunur) ve Pinar del Rio‘ ya doğru yol alıyoruz. Doğası enfes mi enfes bu yol üzerinde irili ufaklı köylerden geçerken şekerkamışı suyu içebileceğimiz bir yere uğruyoruz. Burada üretimi oldukça fazla. Tatlı bir lezzeti var ben sevdim.
Üstteki manzara Pinar del Rio‘ nun en klasik fotoğraf köşesi. Sahilden uzaklaştığınıza değdiğini size kanıtlayan bir lokasyon. Doğanın içinde kaybolmayı, hatta gittiğiniz yeni ülkelerin doğasında kaybolmayı, gördüğünüz en ufak bitki örtüsünden dünyanın size ait olmayan bir köşesinde olduğunuzu fark etmeyi ve bu farkın tadını çıkarmayı seviyorsanız bu rota biçilmiş kaftan. Koca günü dolu dolu geçirmemize sağlayan bir program içeriyordu. Bu seyir alanından sonra tarih öncesi dönemlerden günümüze gelmiş bir mağara olan Cueva del Indio‘ ya geçiyoruz.
Bu damlataş mağarasında biraz yürüme mesafesinden sonra sonuna doğru olan alan ise botlarla geçiliyor. Kendinizi doğanın kalbinde hissetmek istiyorsanız harika bir seçenek.
Mağara çıkışında satılan, yapraklardan yapılmış bu çanak tatil boyunca iyi dayandı da, uzun uçuş sonrası havasızlıktan İstanbul’ da birkaç gün içinde çöp oluverdi. Çok değecek bir şey değil. Mağara çıkışında bu çanakları da bulabileceğiniz mini bir pazar alanı kurulmuş.
Öğlen yemeğimizi ise pazar alanının az ilerisindeki restaurantta alıyoruz. Elbette tüm tur boyunca bizi keyiften sarhoş eden canlı Küba ezgileri de yine yanı başımzda. Akabinde Mural de la Prehistoria’ ya geçiyoruz.
Yolda ilerlerken hepsi birbirinden sevimli, irili ufaklı kasabalardan geçtik. Küba evlerinin en tipik özelliği istisnasız her evin önünde aşağıdaki resimde de gördüğünüz adirondack iskemle olarak adı geçen sandalyelerden olması. Kocaman bir bahçesinin olmasına gerek yok, o minicik girişte dinlenebilsin, etrafı, gelip geçeni izlesin yeter. Hatta içerinden tatlı bir teyzenin keyfine ortak olmuştuk, bizi davet etti biraz sohbet ettik, tabii İspanyolca bilmemin nimeti bu tatlı an 🙂
Bir de mahallelerde dikkatinizi çekecek şu mini anıtları göreceksiniz. Ben burda tarihine fazla değinmiyorum ama malumunuz o ki Che Guevara ve silah arkadaşları Küba için çok değerli. O yüzden onları anmak için yer yer böyle anıt köşeleri yapılmış.
Burası dünyanın en büyük duvar resmi ünvanına sahip. Mural de la Prehistoria 1961′ de Morillo isimli bir ressam tarafından tasarlanmış. Neredeyse 2 futbol sahası büyüklüğündeki bu resmi 4 yılda 18 ressam tamamlayabilmiş. Müthiş etkileyici bir nokta değil ama Küba’ ya gelmişken bu rota üzerinde görülesi yerlerden. Zaten doğası, havası nefis olduğu için her türlü gözünüze +2 hoş görünüyor.
Havana’ daki son günümüzde yola çıkmadan önce biraz yağmur atıştırıyor. Bu arada belirtmediğimi fark ettim. Biz kasım ayının 3. haftasında gittik. Yağmur yağdığında hafif serince, üstünüze hırka almanız gerekebiliyor ancak tabii ki deniz için elverişli bir mevsim. Hatta kasım-nisan arası kurak olarak geçen bir havası var ve yarı tropik bir iklime sahip.
Varadero’ ya yola çıkmadan önce Calle Mercaderes caddesi olarak geçen yerde açık pazarı geziyoruz. Buradan eşe dosta, kendinize alınacak tüm hediyelik işlerini halledebilirsiniz. Sepetleri, hasır çantaları harika, oradan aldığım bir plaj çantasını hala kullanabiliyorum. Burada da puro satan tezgahlar var ama yine uyarıyorum, puro satan mağazaları tercih etmenizde fayda var.
Dev palmiyeler, yemyeşil ormanlar ile kaplı seyir rotası çok keyifli bir yolculuk geçireceksiniz Varadero‘ ya kadar. Bol viyadüklü yol üstünde Matanzas‘ tan bir nokta var ki, yukarıdaki fotoğrafta kendimi harcamama sebep 🙂 adını malesef hatırlayamıyorum, bu yazıyı yazarken de çok araştırdım ama bulamadım. Ama şöyle bir ipucum var. Küba’ nın en büyük köprülerinden biri olan Puente de Bacunayagua köprüsünün hemen yanında. Burada otobüsün mola vermemesi imkansız gibi bir durum. Siz yine de rehberinizi tembihleyin, ya da münferit geziyorsanız rotaya ekleyin. Küba’ da bir sürü yer de dahil hayatımda bu kadar lezzetli bir piña colada o zaman da içmemiştim hala da içmedim.
Akşamüstüne doğru sahildeki otelimize varıyoruz. Havana’ da deniz imkanı yok. Rehberimizin söylediğine göre girilmiyormuş ama Varadero tam da bunun için. Atlas Okyanusu‘ nun soğuk ama davetkar dalgalarına kendinizi bırakmanız için harika plajlar sunuyor önünüze. Aşağıda Türk filmi kıvamındaki pozumu da mazur görün 🙂 O ortamda, o uzayıp giden dalgalar eşliğinde bomboş kumsalda emin olun siz de farklı bir şey yapmazdınız 🙂 Otelimizin adını malesef hatırlayamadım, Melia Cohiba’ ya göre daha eski ama yine hoş bir oteldi. Yemekler, hijyen ve kumsal gayet tatmin ediciydi.
Ertesi gün beni ve eminim pek çok kişiyi etkileyecek turumuza başlıyoruz. Santa Clara. Che Guevara ve silah arkadaşlarının anıt mezarının olduğu yer. Devam etmeden önce lütfen şu linkten bence en iyi Che Guevara yorumu olan Nathalie Cardone parçasını açın arka planda. Hala tüylerim diken diken olur dinlerken. Tüm anıt mezarlar değerlidir ve duygu yüklüdür. Ve beni bilen bilir sosyalizmle aslında politikayla pek alakam olmasa da anlatılanlar ışığında inanılmaz etkileniyorsunuz bir amaç uğruna nasıl bir inançla hareket edildiğine. Dünyada beni en etkileyen yerlerin başında gelmesi sanırım bu. Anıt mezarın içinde fotoğraf çekimi yasak olduğu için hiç kare alamıyorsunuz ama görebileceğiniz en güzel ve mütevazi alanlardan.
Bunca duygu yüklemesinden sonra Trinidad‘ a doğru yol alırken acıkıyoruz haliyle. Koloni dönemini yansıtan bir müzeyi gezdikten sonra yine aynı müzeyi geziyormuş hissiyle o dönemin dekorasyon detaylarına hakim bir yer olan Trinidad Colonial restauranta giriyoruz öğlen yemeği için. Hoş bir ortamda tabii ki yine canlı müzikle lezzetli bir yemek yiyoruz. Bu arada 3 yıl kadar önce koloni dönemi dekorasyon stilini yazmıştım, okumak için buraya tıklayabilirsiniz.
Unesco Dünya Mirası şehirlerinden olan Trinidad’ ın çok farklı bir havası var gerçekten. Şehir dediğime bakmayın epey kasaba havasında, belki de Küba’ nın sevimliliği bu hallerinden kaynaklıdır kim bilir. Yine elbette her köşe başı bir müzik grubu, hepsi birbirinden iyi müzik yapıyor ve biz yine dans dans! Hatıra olarak müzik aletlerinden almayı ihmal etmeyin, hiç yoksa marakas.
Buradaki yarım günümüzden sonra Cienfuegos‘ a geçiyoruz. 100 ateş anlamına gelen bu isim başka bir ismi çağrıştırıyor. Camilo Cienfuegos Che ile birlikte devrimin en önemli oyuncularından biri. Hatta Che’ den daha başarılı ve karizmatik olduğu bile söyleniyor. Ancak 27 yaşında devrimin tadını çıkaramadan kendi kullandığı uçakla birlikte okyanus üzerinde kaybolmuş. Camilo’ nun bu şehirle bir ilgisi yok elbette direk olarak ama devrimde ismi geçen bu önemli şahısa değinmeden geçemedim. Cİenfuegos İspanyol sömürgesiymiş çok önceleri, sonrasında ise tütün, kahve ve şeker kamışı ticaretiyle Küba’ nın 3 önemli şehrinden biri olmuş. Gezmek için yine yarım günün yeteceği bir nokta.
Yarım pansiyon olarak konakladığımız otelimize akşam yemeği için geri döndük. Sahilde, akşam yemeğinde, lobide devamlı sizi takip edermiş gibi bir canlı müzik olduğunu bilmem hatırlatmama gerek var mı 🙂 ama tadını çıkarın, inanın bıkmıyorsunuz ama sonradan da çok özlüyorsunuz.
Ertesi günün programı, turun belki ennnnn can alıcı, en beklenen noktalarından birine! Cayo Blanco! Teyzemle halamı bu deniz uğruna kandırdığım yer de diyebiliriz 😉 Turla hareket etmenin dezavantajlarından biri de ekstra turların çoğunluğa göre açılması. Yunuslarla yüzme molasını da içeren, katamaranlı ve biraz maliyetli bir program olduğu için malesef katılım yeterli olmadı ama biz durur muyuz? Hemen otelin içindeki yerel bir acente ile anlaştık ve katamaranımıza yol aldık. Şunu söylemeliyim ki bazı alanlarda hizmet sektörü olarak aşırı iyiler. Katamaran çok yeni ve pırıl pırıldı ki zaten ayakkabı terlikle girmek yasak, herkes yalın ayak! Püfür püfür rüzgarda dalgalanarak, Bahama açıklarının en güzel renklerini hissederek, anılarınıza muhteşem anları katarak ilerliyorsunuz.
Kapalı havuzlarda yunus gösterilerine karşı biri olarak bu programa katılmamın tek sebebi okyanusun üzerinde doğal ortamlarında yaşıyor olmaları. Onlarla yüzdüğünüz yer okyanus ve çok geniş bir alan ayrılmış. Yine de sınırlandırılmış olması insanın içine çok sinmiyor ama bu deneyimi hayatta bir kez yaşamak lazım. Yanınızdan geçiyor, size değiyor, sırtını okşuyorsunuz. Muazzam ötesi bir duygu ve tüm negatifliğiniz uçup gidiyor o an. Pürüzsüz ve yumuşacık derisine dokunmak gerçekten terapi gibi. En son bir balık karşılığında bana da öpücüğünü konduruyor ve turumuzun bu etabını da böylece tamamlıyoruz.
Biraz daha yaklaşıyoruz Cayo Blanco’ ya doğru. Beyaz adacığa doğru ilerlerken nereye geldik biz, bu nasıl bir cennet diye düşünmeden edemiyoruz. O zaman henüz Maldivler’ e gitmediğimden e burası Maldivler gibi işte, dahası ne olabilir ki diye düşünüyorum. Şu anki bilgi editimle söylüyorum Maldivler’ den bile daha iyi yer yer. Oradaki mercan kalıntıları ara ara yürümeyi zorlaştırıyor ama burada mercan olmadığı için ipek gibi bir kum, pürüzsüz ve ekru bir ton. Kumun yapısı ve yumuşaklığı kesinlikle daha iyi zaten. Burada 2 saatimiz olmasına gerçekten çok üzülüyoruz. Günlerini geçirebilirsin zira bu adada ancak malesef turistik amaçlı kullanımda ve yerel bir yaşam alanı yok.
Adaya ayak basar basmaz katamarandan siparişini verdiğimiz öğle yemeklerimiz geliyor o gördüğünüz alanda. Bize sormuşlardı tercihimizi tavuk mu ıstakoz mu? Bu da soru mu diyesi geliyor insanın :))) okyanus kenarındaysanız ıstakoz şart! Yiyip yiyebileceğiniz en lezzetlileri oluyor. Yemeğin de tadını çıkardıktan sonra kısıtlı vakti değerlendirmek için hemen kendimizi ılık sulara atıyoruz. Yazının başında o yaz tatil yapamadığımı belirtmiştim ya, sıkıntı yok, bu deniz için ben her kasımı da bekleyebilirim 🙂
Cayo Blanco’ dan sonraki son günümüzü de otelimizin sahilinde ve etrafı gezerek geçiriyor, son alışverişlerimizi yapıp eve dönüş saatini bekliyoruz. Umarım yazıdan keyif almışsınızıdır ve bunu buraya kadar okuyan herkes bu dokusu bozulmadan bir an önce Küba’ yı görme şansı yakalar. Birkaç ikonik görselle yazımı sonlandırıyorum.