Röportaj köşemiz epey zamandır sessiz sakindi. O, açıkçası artık mevcut yoğunluklarımda pek vakit ayıramadığım bir alan. Aslında bu okuyacağınız da birebir röportaj değil. Ancak bunu size aktarmasam gerçekten olmazdı. Geçtiğimiz hafta gerçekleşen Unicera Banyo Mutfak ve Seramik Fuarını ziyaret ettim. Bu fuarı ziyaretimin bu kez daha özel bir sebebi vardı. Bir markanın davetlisi olarak İstanbul’ a gelmişti…
Karim Rashid! Dünyaca ünlü tasarımcı… Onu tanımlayacak çok sıfat vardır elbette. Yakından tanıma ve dinleme fırsatı bulduğumda bende çağrıştırdığı en önemli özelliği pes etmemesi ve hep yaratım odaklı düşünmüş olması. Onunkisi bir göç hikayesi esasen. Küçük yaşlardan itibaren Mısır’ dan başlayan yolculuk İngiltere ve Kanada’ yı da kapsayacak şekilde farklı metropollerde yaşamış. Ortadoğu ülkesinden çıkıp Avrupa ve kıta Amerika’ sının herhangi bir yerinde yaşamına devam etmek isteyecek bir ailenin yaşadığı tüm sıkıntılardan geçmiş. Zaten yaratıcılık dediğimiz şey de hep zorda kalınan, acı çekilen, sıkıştırılmış zamanlarda açığa çıkmıyor mu?
Söyleşide sorumluluk sahibi bir karakteri olduğunu anlamama sebep olacak bir noktaya değindi. Hani genel bir kanı vardır ya biri yeterince ünlenince ne yapsa kabul olacağı sattıracağı gibi.. İşte Karim Rashid asla bunu savunmuyor, tam tersine tasarladığı şeyi müşterisine açıklayabilmesi, aklının yattığına emin olabilmesi gerektiğini düşünüyor. Herhangi bir sektörde ünlenmiş çoğu kişinin içine düştüğü -bilinçli veya bilinçsiz- bir tuzaktır bu, bir nebze de rehavet duygusu. Bunun tam karşısında oluşu çok hoşuma gitti.
Çağımızın dijital çağ olduğunu ve esneklik odaklı düşünmemiz gerektiğini savunuyor. Ve günümüzde yapılan en büyük hatanın da aslında tasarlanmadığı sadece şekil verildiği olduğuna değindi. (the biggest problem is that people don’t design, they just style) Aynı zamanda içinde olduğumuz bu dijital çağda yüklerimizden kurtulmamız gerektiğini düşünüyor. Daha özgür hareket edebilmek, düşünebilmek için daha azına sahip olmamız gerektiği görüşünde. Kendi açımdan bu bir yere kadar doğru, sonuna kadar savunamam açıkçası. Hiçbir zaman “az çoktur” insanı olmadım bütünüyle. Yine de bunu savunurken arkasından desteklediği fikirlere katılıyorum çünkü sürdürülebilirlik ve bundan sonra da yaşanabilir bir dünya bırakma temellerine dayandırıyor ki bu konuda tamamen arkasındayım. Çevreye olan duyarlılığını şu örneklerle de destekledi. Finlandiya atığının %97′ sini dönüştürürken, Amerika Birleşik Devletleri gibi bir ülke sadece %11′ ini dönüştürüyormuş. Bu cidden çok ciddi ele alınması gereken bir nokta.
Oradayken bahsetmiştim Instagram’ da, kendisine ev tekstiliyle ilgili kendi adıma can alıcı bir soru sordum. Verdiği cevap elbette bana kalsın bu kez 🙂 ama doğru yolda olduğumu, çok benzer bir yönde düşündüğümü anlamama imkan sağladı.
Kısacası verdiği örneklerden hayat kesitlerine kadar anlattığı her şeyiyle hayranlık uyandırdı. Uzaktan zaten beğenerek takip ettiğim bir tasarımcıyken şimdi pek çok görüşüne katıldığım öngörüsü yüksek bir tasarımcı konumuna geçti bende.