Bu artık websitemdeki 4. Londra rehberi 🙂 ama elbette hala yeni şeyler var. (öncekilerin linkini yazının en sonuna koyacağım) O yüzden de adı “Alternatif Bir Londra Rehberi” çünkü özleyip uğradıklarımız dışında yeni mekanlar, daha önce ziyaret etmediğim bölgeler ve müzeler de mevcut. O yüzden zaten Londra’ ya ilk seyahatinizde kaç gün giderseniz gidin çok fazla şey eksik kalacak, defalarca daha gitmek isteyeceksiniz. Ben yine hatırlatmamı yapayım. Tavsiyem önce yazıyı okumanız sonra da dönüp burada linkini bıraktığım bu yazıya ait Youtube videomu izlemeniz. Sabırsızlara ise şimdiden iyi seyirler 🙂 Bu arada bir de bonus video var. Yurtdışında market gezmeyi sevmeyen var mı, hiç sanmıyorum. O yüzden bir de favorim olan M&S Food Hall videosu çektim Youtube’ a. Hemen şuradaki linkte.
(PS: yine bir dipnot. Viyana‘ dan sonra yazacağımı söylediğim Budapeşte & Prag yazımı ise bu geziden sonraya almaya karar verdim çünkü bu da dahil olmak üzere yayınlamam gereken videolar birikti, acil akışa sokmam gerekiyor 😉 )
hampstead foto
Evvett, başlayalım! Bu kez arkadaşımızın evinde kalacağımız için onun ulaşımına en yakın havaalanı olan Gatwick‘ i ve THY’ yi tercih ettik bu kez. Gerçekten de trenle 2 durak sonra (2 durak yanıltmasın yaklaşık yarım saat sürdü) Clapham bölgesindeydik. Burası Londra’ da zone 2′ de kalıyor ancak neredeyse 1. bölgenin sınırı diyebiliriz. O yüzden belli merkezlere ulaşım fazla vakit almıyor. Hatta şöyle söyleyeyim. Daha önce biz Londra’ da daha çok metroyu kullanırken bu kez otobüsleri daha yoğun tercih ettik çünkü metroda aktarma yapıp merdiven in çık yapana kadar gideceğiniz bölgeye ait bir otobüse binip daha az yorulup daha çok etrafı izleyerek ulaşabiliyorsunuz. Bu da aklınızda olsun. Eğer birinci bölge otellerini pahalı buluyorsanız buralardaki otel ve air bnb ev alternatiflerini de rahatlıkla deneyebilirsiniz.
Uçağımız akşam 8′ de olduğu için inişimiz 9, gümrük, valiz, eve geçiş ve yerleşme derken saati epey geçirdiğimiz için yorulduk ve sabaha erkenden bomba gibi başlamak için yaptığımız bu plana sadık kalarak günü bitirdik.
İlk günümüzü mahallede kahvaltıyla başlattık. Birçok yerde şubesi olan Gail’s Bakery‘ e uğradık. Buranın her şeyi gayet lezzetliydi. Kahvaltıyı bitirip daha önce çok detaylı gezemediğimiz ama çok beğendiğimiz bir bölge olan Marylebone’ a yola çıktık. Burada tasarım butikler, Daunt Books gibi birbirinden güzel kitapçılar, sevimli cafeler yer alıyor.
Bu tarafı gezerken yolumuz Bond ve New Bond Street tarafına yönlendi. Yaptığım iş gereği ve ürettiğim ev tekstilleri sebebiyle lüks tüketim ürünleri ve markalarıyla da haşır neşirim. Dolayısıyla Paris, Londra, New York (bu da yakında olur inşallah kendi açımdan) 🙂 , Dubai gibi metropollere gittiğimde bu caddeleri özellikle geziyorum, mağazalara mutlaka girip çıkıyorum alışveriş yapsam da yapmasam da. Çünkü beni inanılmaz besliyor ve vizyonumu genişletiyor. Steinway&Sons piyano markasının bile burada inanılmaz büyük bir mağazası var. Çoğu lüks markanın en büyük ve flagship dedikleri ikonik şubeleri burada olduğundan hem ciddi bir marka yoğunluğu oluyor hem de bu yoğunluk sebebiyle sokaklar kategorize ediliyor. Neredeyse AVM gibi bir planlamayla saatçiler bir yerde, mücevher markaları bir yerde, moda ve dekorasyon ayrı yerlerde gibi. Sezon değişimi de olduğundan bu alanı değerlendirdim.
Akşam yemeğimizde her daim favorimiz Burger & Lobster’ a gideceğimiz için yeterince aç ve iştahlı olabilmek için öğleni hafif atıştırmalıklarla geçirdik. Yürüyerek Leicester Square ve sonrasında Carnaby caddesi derken Soho’ daki Burger & Lobster’ a gittik. Bu şube Harvey Nichols’ ın en üst katındaki şubeye göre daha ferah ve samimi.
İkinci günümüzde kahvaltıyı yine Gail’ s ‘ ta yaptık, aklımızda kalan diğer lezzetleri denemek için. Sonrasında yolumuz bugün biraz kuzeye, Hampstead Heath’ e. Birkaç yıldır Instagram‘da burası o kadar popüler oldu ki sevimli sokakları dinginliği ile biz de merak edip ziyaret etmeden duramadık. Aslında geçen sefer planımızdaydı ancak gideceğimiz gün aşırı yağışlı olduğu için programdan çıkarmak zorunda kalmıştık. Keyifli sokaklarında caddelerinde dolandıktan sonra bir kahve molası için Hampstead metro durağına çok yakın olan New York Cafe’ ye girdik.
Rotamızın en kuzeyine çıktığımız için yavaş yavaş aşağıya inerek sıradaki duraklarımızı ziyaret ettik. Aslında buraya yakın gidilebilecek bir nokta da Camden Town ancak bizim hiç ilgimizi çekmediği için, Derin de büyük olasılıkla keyif almayacağından plana hiç almadık. British Library’ e, Birleşik Krallık’ın en büyük kütüphanesine yola çıktık. Oradan istikamet minicik bir kanalın Venedik’ i andırması sebebiyle adına Little Venice dedikleri bölgeye geldik. Havanın da soğuk olması sebebiyle etraf sakindi, muhtemelen bahar ve yazları daha hareketlidir. Biz de kanal boyunca biraz turlayıp yine buraya yakın olan ve daha önce yine kuzeyde yer alması sebebiyle yetiştiremediğimiz ünlü ve UK millisi ayıcığımız Paddington’ ın mağazasına geçtik. Ve Derin’ e verdiğimiz bir söze daha tik attık.
Üçüncü güne geçtiğimizde kahvaltıyı bu kez Danimarka’dan tanıdığımız Ole & Steen’ de yaptık. Biliyorsunuz ki Danimarka yeme içme ve tabii unlu mamuller konusunda bir efsane 🙂 o yüzden etrafta bir Danimarkalı varsa veya bir kakuleli çörek olan cardamom bun varsa bende her zaman tercih sebebidir. Sonrasında otobüsle Bankside’ a yöneldik; bu bölge Thames nehrinin kenarında yürüyerek gezdiğiniz bir bölgedir. Burada sırayla Borough Market, Shakespeare’s Globe, Millenium Bridge, St. Paul’s Cathedral ve Tate Modern’ ı görebilirsiniz. Biz de aynen bu sırayla ilerledik. Londra’da ünlü katedrallerin girişi hep ücretli. Evet hepsi kendine özel ancak zaten bu yaşımıza kadar yüzlerce kilise gezdiğimiz için kişi başı 26 Pound (17 yaşa kadar çocukları 10 Pound) vererek içini gezmeye pek de gönüllü olmadık açıkçası.
Katedrallere tezat olarak Londra’da çoğu büyük müzeye ücretsiz giriş yapabiliyorsunuz. Bazen geçici özel sergiler oluyor onların girişi ekstra ücretli olabiliyor. Bu anlamda bu şehir tam bir cennet. (Buna da tam tezat Barselona’daki müzeler, yeri gelmişken yazayım dedim. Neredeyse ücretsiz hiçbir müze yok, giriş ücretleri 15-30 Euro arası) Konuyu dağıtmayalım. Tate Modern’ a daha önce gelememiştik diğer müzelere vakit ayırmaktan. O yüzden bu kez kesinlikle gelinecekler rotamızdaydı. Modern sanatın çok güzel örneklerini burada görebilirsiniz, biz keyifle gezdik.
Sonrasında bir makarnayı ne kadar hayran olursa o kadar olduğumuz Borough Market’ ın yan komşusu olan Padella’ ya gittik öğle yemeğimiz için. Buradaki tercihlerim YouTube videomda.
London Bridge (aman Tower Bridge ile karıştırmayalım) üzerinden geçerek Monument bölgesine vardık. Burada pek ünlü olan Wolseley restaurant şehrin klasiklerindendir. İster beş çayına ister yemeğe veya kokteyl içmeye uğrayabilirsiniz. Ona komşu sayılabilecek bir caddede çaylarını çok sevdiğimiz Twinings’ in mağazasına gittik. Light & fragrant olarak geçen Earl Grey çayı benim yıllardır favorimdir bittikçe eve hep stokladığımızdır. Fakaaaatt classic blend olarak geçen Earl Grey’ ini ağır bulurum pek içemem. Demesinler mi o kutu kalktı, içi sizinkinden ama dışında classic blend yazıyor. Resmen modum düştü diyebilirim. Stok yapamadan yolumuza devam ettik.
Somerset House sıradaki durağımız. Bu neoklasik yapı şu anda bir sanat merkezi, müze olarak kullanılsa da aynı zamanda devlet yararına çalışan bazı derneklerin ofislerinin de bulunduğu bir bina. İçinde çeşit sergiler yer alıyor geçici ve sürekli olarak. Aynı arazide bu bina inşaa edilmeden önce 15. yüzyıla kökleri dayanan başka bir saray yer alıyormuş. O yüzden arazi epey büyük. Ana girişi ancak bulduk fakat vaktimiz daraldığı için özellikle empresyonizm başlıklı gezmeyi planladığım sergiyi gezemedik. çünkü saat ilerlemişti ve mağazalar kapanmadan Covent Garden tarafındaki bir bale mağazasından (meraklısına bilgi vereyim Bloch ve Capezio. Çocuğunuz bale yapıyorsa öğretmeninin yönlendirmesiyle burada Türkiye’ de bulamayacağı çok çeşitte ürün bulup satın alabilirsiniz) Derin için yapmamız gereken bir alışverişimiz vardı. O sebeple ayrılmak zorunda kaldık. Aklınızda olsun bu serginin girişi ücretli.
Sonrasında Harrods’ a geçtik. Derin burayı hiç gezmemişti ve çocuk katını o da görsün istiyorduk. O yüzden sadece orayı turlamak için rotamızı değiştirdik. Tabii ki oraya gitmişken fırın bölümünden herkes kendi favorilerini almayı ihmal etmedi 🙂 misal ben scone, Derin bretzel. Gerçekten burada satılan her şey müthiş lezzetli. Bugün gün içinde çok fazla adım attığımız için epey yorulmuştuk ve Harrods’ ın günlük taze yemekler bölümünden seçimler yaparak evin yolunu tuttuk ve bu akşam yemeği Harrods sponsorluğunda evde yapmaya karar verdik. Deniz ürünleri yoğunluklu seçimler yaptık ve hepsi çok lezzetliydi aklınızda olsun.
Ertesi güne ben biraz halsiz başladım maalesef. Zaten buraya gelmeden önce bir grip geçirmiştim dinlenip şarj olmuştum ama sanıyorum tatilin son günü itibari ile şarjım bitmeye başladı 🙂 Pavillion Road Chelsea’ de yer alan bir başka klasiğimiz Granger&Co’ya gittik kahvaltıya. Sonrasında boylu boyunca King’s Road’ ta yürüdük buradaki farklı tasarım ve dekorasyon mağazalarını gezdik. Departman mağaza zinciri olan Peter Jones (John Lewis & Partners firması altında) Vardı sıradaki odağımızda. Sonbaharda geldiğimizde Noel süsleri ve hazırlıkları bölümü inanılmaz renkli ve eğlenceliydi ama diğer katları gezememiştiK. bu kez hepsini uzun uzadıya gezdik hele ki çocuk katı enfesti. Bir de kurlardan ve getirilen gümrük vergilerinden dolayı buralardan alışveriş yapmak yine daha avantajlı hale geldi günümüzde. Bir de ocak ayının sonuna gittiğimiz için biz tam indirim dönemini yakaladık ve tahmin ettiğimizden daha fazla faydalandık sizin de bilginiz olsun.
Sonrasında benim yine çok sevdiğim bölgelerden bir tanesi olan Belgravia tarafına doğru geçtik. Dekorasyonla ilgili yine gözümü gönlümü açacak noktalar keşfettim. Son günümüzü sağda solda aklımızda kalan son yerleri keşfederek geçirdik ve bu tatilin en heyecan verici organizasyonlarından birine katılmak üzere yolumuzu Lyceum Theatre’ a çevirdik. Bu tiyatronun özelliğini açıklıyorum; ünlü Disney çizgi filmi olan aslan kralı The kion lingi i izlemeye gittik. Bu detaylarına kültürsanat köşemde değineceğim o yüzden şimdilik sadece muhteşemdi diyerek konuyu kapatıyorum.
Böylece bir Londra seyahatimizin daha sonuna geldik. Bu dördüncü yazım olduğu için diğer yazılarından da okuyup toparlayabileceğiniz yığınla bilgi var. Yine de merak ettiğiniz farklı detaylar olursa aşağıya yorum olarak bırakabilirsiniz.
Londra yazısı 1: linki burada
Londra yazısı 2: linki burada
Londra yazısı 3: linki burada…