Planını reele dökmesem de aslında 2-3 yıllık tatil planımız belli oluyor bizim. Acil gidilecekler, kısa vadede gidilecekler, orta vadede gidilecekler bir de uzun vadede gidilecekler. Adım adım sırası geldikçe hepsini gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Toskana rotası da eşimle uzun zamandır aklımızdaydı. Araya başka rotalar başka şehirler girdi, zamanı bu yazaymış. En son şehir tatili yapınca bu kez sıra yine özlenen “road trip” teydi.  En az Provans ve Cote D’ Azur rotamız kadar (yazıları için üzerlerine tıklayıp ulaşabilirsiniz) güzel geçeceğini biliyorduk buranın da. Neticede söz konusu ülke İtalya, ben sevmiyorum diyeni var mıdır bilmem…

neptün çeşmesi

Sözü uzatmadan rotanın içeriğine geçeyim. Öncelikle bu “road trip” in asıl amacı Toskana bağları şarapları, kaleleri sanatıyla bu her açıdan zengin bölgenin tadını çıkarmaktı. Sadece bağ turu değil de zaruriyetten rotaya eklenenler de vardı. Örneğin, uçağımız Bologna’ ya ineceği için orayı da gezi rotasına ekledik ama anlatacağım üzere birkaç saat yetiyor. Floransa ise aşırı özlemden plana dahil oldu, daha milyon kez görsem bıkmayacağım. Hatta gezi yazılarımı kaçırmadan okuyanlar bilir ki en sevdiğim ve kendimi ait hissettiğim şehirler Londra (okumadıysanız ilk Londra gezim için buraya, 2. Londra gezim için buraya tık)  ve Floransa‘ dır. Bu iki şehirden sonrası ise bol bol kırlar, bağlar, kaleler, güzel şaraplar içeriyor. Son bir not ekleyip tura geçiyorum. Chianti’ de kaldığımız oteli ve oradaki deneyimimizi ve artı şarap tadım detayını otel ve şarap tadım konulu Youtube videom ve Muhteşem Oteller köşesindeki yazımda paylaşacağım. Gezi vlogumu da bence önce Youtube kanalımdan izleyin sonrasında burayı okuyun ki görsel olarak hafızanıza yerleşsin, videoda vermediğim ama tatil için alınması gereken tüm notları buradan okurken daha keyif versin. Başlıyoruz!

Vize, uçak bileti gibi detaylara pek girmeyeceğim, malum Schengen, prosedürler aynı. THY’ nin Bologna tarifeli seferiyle uçtuk. Toskana bölgesine en yakın havalimanı olduğu için tercihimiz bu yönde oldu. Turun adı her ne kadar Toskana olsa da adı geçecek yer isimlerinden sadece Bologna Toskana bölgesinde değil Emilio Romagna bölgesinde yer alıyor. Sabah 8 civarındaki uçuşumuz yaklaşık 2 saat sürdü. Bologna Milano’ dan da yakın bir nokta olduğu için İtalya’ ya varış zamanınız kısalıyor. Venedik, Como gibi daha kuzey şehirlerle işiniz yoksa direk tercih sebebi bir havalimanı. Önceden kiraladığımız aracımızı Sixt ofisinden teslim alıyoruz. Minik bir havalimanı olduğu için her nokta birbirine yakın, fazla vakit harcamadan çıkabiliyorsunuz. Navigasyonu da açarak bir dekorasyon aşığı ve Maisons du Monde sever olarak rotamız üzerindeki tek şubesine uğramadan merkeze inmek istemedik. Havaalanından 8-10 dakika mesefadeydi. Buranın tüm detaylarını dekorasyon ve alışveriş yazımda paylaşacağım, şimdi direk merkeze iniyoruz.

Yine yaklaşık 10 dakikalık bir yolculukla merkeze varıyoruz. Dediğim gibi ufak bir şehir olduğu için mesafeler yormuyor. Binaların çoğunluğunun rengini terra cota tonları oluşturduğundan kızıl şehir deniyor. En can alıcı noktası Bologna Üniversitesi . Dünyanın en eski 2. üniversitesi olduğu gibi aynı zamanda mezunları arasında Dante başta olmak üzere dünyaca ünlü pek çok bilim insanı ve sanatçı bulunmaktadır. Her üniversite şehrinde olduğu gibi sokakları genç nüfus yoğunluğundan sevimli bir yer. Arabamızı merkezde bir otoparka park edip Piazza Maggiore’ ye yürüdük. Yol kenarlarındaki parklara çeşitli ülkelerdeki tecrübelerimden sonra asla park etmemenin en garanti çözüm olduğunu düşündüğümüzden özel otoparkları tercih ediyoruz. Şehrin en hareketli meydanında göze ilk olarak San Petronio bazilikası çarpıyor.  Dünyanın en büyük 15. kilisesiymiş ve içinde Cassini‘ nin tasarladığı dev güneş saatiyle dikkat çekiyor. Aynı zamanda kapalı alandaki en uzun merideyen çizgisi de 66 metre ile bazilikanın içinden geçiyor. La Sagrada Familia gibi tamamlanmamış kiliselerdenmiş.  İçerideki İncil betimlemeleri oldukça etkileyici bir kilise gerçekten, içini gezmeyi ihmal etmeyin.

san petronio

Meydana döndüğünüzde şehir meclisi Palazzo Comunale diğer adıyla Palazzo d’ Accursio‘ yu, en yüksek rütbeli memurlar olan podestaların makamı olan Palazzo del Podesta ve Palazzo Re Enzo‘ yu görebilirsiniz.  Bir de Bologna, portico denen birbirinden harika revaklarıyla ünlü.  Hepsi birer sanat eseri adeta. Her şehrin DNA’ sını oluşturan bazı noktaları vardır. O noktalar sizin de o gezinizle ilgili en net hatıraları oluşturur. Bu revaklar da kızıl şehir Bologna’ nın DNA’ sını oluşturan en önemli noktalardan bence. Yağmurlu bir günde hiç ıslanmadan bu revaklar sayesinde kilometrelerce yürüyebiliyormuşsunuz 🙂 tam benlik bir nokta!

bologna

asinelli

Esasen Bologna’ nın sembolü olmuş sayısız kuleden geriye kalanlardan en önemlilerinden olan Asinelli Kuleleri’ ni de görmeden geçmiyoruz. Aslında kulenin tepesine çıkınca enfes bir manzara varmış ama 37 derece sıcakta kendimize bu eziyeti yapmak istemedik 🙂 Açlık da tırmandığından çok tavsiye edilen osterialardan birini bulduk ama gözümüz hiç tutmayınca dilim pizzaları ve hamur işi ürünleriyle öne çıkan Pappare‘ de İtalyan mutfağına hızlı bir giriş yaptık 🙂

pappare

Sokaklarını keşfederek, revaklar altında bunaltıcı sıcaktan korunarak gezmenin keyfine vararak Bologna’ yı tamamladık. Dediğim gibi mutlaka her şehrin gecesi bir başkadır ancak bizim Bologna’ mız burada tamamlandı. Söylenenler gibi tek günün yettiği bir şehirdi bizim için de. Ve sıra en büyük aşklarımdan Floransa ile hasret gidermeye geldi.

Bologna – Floransa arası herhangi bir trafik yoksa 1 saat 20 dakika civarı sürüyor. Gezimizin ilk ve tek otoban yolculuğu olduğunu belirtmem lazım. Dağları upuzunnn, hayatımda gördüğüm en uzunn tüneller aracılığıyla aşıp Floransa’ ya gün batmadan varıyoruz. Otelimiz merkeze çok çok yakın Santa Maria Novella tren istasyonunun yakınlarında. Otelin anlaşmalı otoparkının telefonunu daha rezervasyonumuzu yapar yapmaz almış ve evet otopark için de yerimizi ayırtmıştık. Yalnız anlaşmalı otopark bir 5 km kadar uzak olduğundan (ki ışıklarla filan 10dakikalık araba yolculuğu demek oluyor) arabayı bırakıp taksiyle dönüyoruz. Aslında otele gelip aracınızı alıp parka getiriyorlar ama biz garantici bir çift olarak “olmaz olmaz olacağı tutar kaza filan yapar emanet arabayla, gereksiz tantanalarla uğraşmayalım” mantığında ilerleyince 🙂 o işi kendimiz halledip kurt gibi acıkmış olarak Za Za Restaurant’ a acil geçiş yaptık. Rezervasyon kabul etmiyorlar bunu bilin, gidip kapıda beklemek zorundasınız ki bu bazen 20-25 dakikayı bulabiliyor ama sonunda kesinlikle değiyor.  Dışarısı bembeyaz masa örtüleri, minik abajurlarıyla tam bir fine dining restaurant izlenimi verirken içerisi tam tersi çok otantik bir dekorasyona ve ambiyansa sahip. Ama benim (sonra anlatacağım Michelin yıldızlı bir restaurant da dahil) bu gezide yediğim en iyi yemek buradaydı. Ne yedin derseniz biberiyeli patatesle roka salatalı, trüf mantarlı biftek! Trüf mantarıyla pek iyi değildi aram, bu tatil müptelası oldum çünkü burada bolca ve envai çeşitte, her türlü menüde. Bu yemeği Za Za’ da yiyin, muazzam diyorum. Şarap olarak da Za Za’ nın kendi markalı şarabını şiddetle tavsiye ediyorum, kırmızını epey beğendik.

za za restaurant

Karınlar doymuş, mutlu mutlu en sevdiğim Floransa lokasyonlarına yol alıyoruz. Ve bir kez daha, 3. kez, sokağı döner dönmez aydınlatılmış o tüm haşmetiyle Duomo yani Santa Maria del Fiore katedrali beni büyülüyor. Ne müthiş bir şehirsin sen Floransa, ne tatlısın, ne özelsin, ne kıymetlisin, ne sanatsın, ne Rönesans’sın! Tüm bunlar geçiyor yine kalbimden.  Sonra sıra en sevdiğim meydanlardan Piazza de la Republica’ ya doğru kıvrılıyoruz. Özlediğim her santimiyle hasret gideriyoruz. Köşeden Savoy Hotel‘ in zarafeti, Cafe Gilli‘ nin davetkarlığı, yine yıllardır yerini koruyan Rus restaurantı Paszkowski ki annem somonunu pek sever, pizzalarını pek sevdiğim, logosunun logom olduğu Fiorino D’oro ve daha neler..

duomo

piazza signoria

Republica’ dan istikamet bir diğer tatlı ve önemli meydan Piazza Signoria. Meydanda, hikayesiyle birlikte beni etkileyen en önemli heykellerden biri.. Hele ki gece ışıklandırıldığında çok daha güzel. Neptün Çeşmesi ise tüm davetkarlığıyla orada. Yalnız buradaki çookk ünlü Davut heykeli replika, orijinali ise Accademia Gallery‘ de görülebilir. Biletleri Uffizi Gallery‘ den ayrı satılıyor aklınızda olsun.

piazza san marco

Yurtdışı tatillerinde bir önceki gün kilometrelerce yürüdükten sonra ertesi gün hiçbir şey olmamış gibi yine kilometrelerce yürüme haline, azmine, motivasyonuna bayılıyorum. Yine o zindelikle kalkıp kahvaltı için yer arayışına girişiyoruz çünkü rotamız Floransa’ yı bize özetleyecek bir yürüyüş parkuruna başlamış olmamız. Dost Yayınları‘ nın rehber kitapları kültür turlarında benim vazgeçilmezim. Evet tüm araştırmalarımı internet üzerinden yapıyorum ama oraya gidince okunacak, bilgi alınacak tüm tarihi noktalar için rehberimiz hep bu kitaplar. San Marco meydanındaki Cafe San Marco’ da kruvasan kahve klasiğiyle başlıyoruz. Yine daha küçük ve tatlı meydanlar sokaklar geçerek sonunda dün akşam gezdiklerimizi bir de gün yüzüyle geziyoruz. Tabii sıcaklık inanılmaz bir boyutta.

duomo

gelateria dei neri

O sıcakta en iyi çözüm dondurma! Pek çok kişinin de tavsiye ettiği Gelateria dei Neri’ ye uğramadan dönmeyin, dondurmaları gerçekten efsane. Hele benim gibi iflah olmaz bir karamel sevdalısıysanız fudge yapılı karamelini deneyin asla pişman olmazsınız, bir kötü yanı hayatınız boyunca bunu arayacaksınız, ben de tam böyle oldu.

arno nehri

Arno nehri kıyısındaki revaklardan yürüyerek Floransa’ nın bir diğer simgesi olan Ponte Vecchio‘ ya varıyoruz. Benim bu şehirle ilgili kelimelerim kifayetsiz, sanat söz konusu oldu mu, mayışmış bir hayranlıkla geziyorum ve anlatıyorum mazur görün 😉 Her şehrin sokaklarında kaybolun ama Floransa’ da daha çok kaybolun. Her nokta ayrı bir başyapıt çünkü.

ponte vecchio

Böyle güzellikleri görmek için ise gözünüz devamlı binaların her köşesini tarasın!

Bu arada orada dondurma, burada çikolata, yandın piştin bir daha dondurma derken öğle yemeğini fena tıkadık. Bir de sabahtan beri gezdiğimiz için 1 saatlik bir dinlenme ve üst baş değişimi için otele dönüyoruz çünkü akşamüstü günü batırmak için Ponte Vecchio’ dan Hotel Continentale’ nin tepesinde nefisler ötesi bir manzaraya sahip La Terrazza barında akşamüstü içkimizi yudumlamak için program yaptık. Ona hemen geleceğim ama yürürken denk geldiğimiz bir trüf mantarı ürünleri satan mağazadan bahsetmek istiyorum. Biz sonra alırız nasılsa otele yakınız, elimizde taşımayalım deyip sonra unuttuk ama ondan sonra tattığımız hiçbir trüf sosu onunkiler kadar beğenmedik. Açıkçası trüfle ilgili fazla pişirme bilgim olmadığından makarnaya karıştırmalık veya kıtırları banıp yemelik bir sos olarak almak istedik. Tattığımızda fesleğenli olan inanılmaz lezzetliydi. Trüfün ağırlığını fesleğenle çok iyi dengelemişlerdi. Daha sonra tattığım markalarda ağzımda hoşuma gitmeyen tatlar kaldı ya da parmesanlı farklı karışımları fazla ağır geldi o yüzden işte bu deyip de alamadım hiçbirini. Siz siz olun Tartufi Jimmy‘ i Floransa’ da es geçmeyin. Santa Maria Novela kilisesine yakın bir konumda.

tartufi jimmy
Buradan çıkıp bahsettiğim bara ulaşmak için Ponte Vecchio tarafına doğru yürüyoruz tekrar. Hotel Continentale tam köprünün çıkışında ufak ve modern dizayn edilmiş bir şehir oteli. Fiyatlarını bilmiyorum ama konumu itibariyle yüksek olması muhtemel. Hemen La Terrazza’ ya çıkıyoruz. Güzel bir esinti çıkması şansımıza oldu ve manzaraya daha iyi hakim olabilmek için bar kısmında oturduk. Kokteyller 15-20 € civarında ortalama. Buradaki aperatiflerle ve günbatımı sebebiyle akşam yemeğini biraz geçe attık. Hoş müziğim, keyifli ortamın ve eşsiz manzaranın tadını çıkarmak için değerdi.
hotel continentale la terrazzaroof bar Bu akşam yemeği için Trattorio 13 Gobbi ile La Cuccina del Ghianda arasında kaldık ve Ayhan Sicimoğlu tavsiyesi olan Ghianda’da karar kıldık. Youtube videomda da zaten daha detaylı anlattım ( buraya tıklayıp ) izleyebilirsiniz. Daha çok yerellerin geldiği bir yer olduğu için meydanlardan 800 mt civarinda uzaklıkta ama sokaklarda kaybolurken çok da dert değil bu mesafe, hele ki bir günde katettiğimiz yollar düşünülürse 😉 Lezzetli akşam yemeğimizden sonra yine bolca gezindikten sonra La Menagere isimli çok hoş bir cafeye kahve molası için uğradık. Önceki akşam gezinirken gözümüze kestirmiştik. Klimanın kendine hayrı olmadığı bir ortamda kocaman latte içmem hiç iyi olmadı ama tatlılarını deneyebilirsiniz. Aşağıda da göreceğiniz gibi sevimli bir mekan. Bizde de trend olmaya başlayan çiçek cafe ( süs olarak değil satış alanı açısından) ve dekoratif ürün satışı konseptinde.
la menagere
Bu yorgunlukla günü tamamlıyor ve ertesi güne uyanıyoruz. İstikamet direk Cafe Gilli’ ye kahvaltıya. Saat 9.30′ a kadar keyfimizi tamamlayıp Uffizi Gallery’ e geçiyoruz. Bu 3. gelişim olmasına rağmen ancak bu gelişte gezmek kısmet oldu. O da elbette gelmeden önce biletleri internetten alarak. Çok uzun kuyruklara denk gelebilirsiniz özellikle de yaz aylarında böyle ünlü müzelerin biletlerini her zaman önceden almakta fayda var. Kahvaltının ve bu muazzam müzenin detaylarına vlogda değinmiştim o yüzden sizi sıkmadan geçiyorum.
cafe gilli
                                                                                                               Cafe Gilli
uffizi gallery
                                                                                                                  Uffizi Gallery
Bu da klasikleşen kart atma pozumuz 🙂 Derın yokken çıktığımız seyahatlerden ona hep kart atıyoruz. Kartpostalımızı seçip yanımızda taşıyoruz, postane gördüğümüz anda işlem tamam! Bu sefer Uffizi’ nin hemen çıkışına bir postane koymuşlar, kartlar da yanındaydı, aramadan taramadan halletmiş olduk.
Koca müzeyi gezdik tabii ki yine acıktık! İstikamet All’ antico Vinaio. Uffizinin solundaki sokaktan girip dümdüz yürüyün zaten aynı sokakta birkaç şubesini göreceksiniz. Herkesin anlata anlata bitiremediği efsane sandwichleri tatmak niyetindeydik. Tam da öğle saati gidince 20 dakika kadar kuyruk bekledik. Değdi mi derseniz, vallahi taş gibi sert tatsıııız, tuzsuuuzz İtalyan ekmeğine değil de bir Fransız bagetine veya bizim ekmeklerimize o içerikleri koysan muazzam olur da kocaman sepsert sandwich ekmeğini ısırmaktan içinin lezzetine doya doya varamadm ben. Gidin deneyin tabii ama İtalyan ekmeklerini sevmiyorsanız beklentiyi düşürün yoksa içerikler aşağıda gördüğünüz gibi ağız sulandıran cinsten.
allantico vinaio
Bu yemek molasını da tamamlayıp Arno nehrinin karşı tarafına geçiyoruz. Yani önceki akşam gittiğimiz barın olduğu yakaya. Hem oradaki sokakları arşınlamak hedefimiz hem de Pitti Sarayı ve Boboli Bahçelerini gezmek. Ancak feci bastıran sıcağın altında daha fazla yürüyemeceğimizi anlayıp arabamızı alıp Chianti’ deki otelimize doğru yola çıkıyoruz. Bir dipnot da ekleyeyim. Şehri terk etmeden Michalengelo tepesinden tüm Floransa’ yı izleyebilirsiniz. Biz bu kez merakla beklediğimiz otele bir an önce varmak istediğimizden pas geçtik ama önceki tecrübemden mutlaka görün diyorum.
pitti sarayı
Bu da arabaya binmeden yine Ponte Vecchio’ ya yakın çok methedilen canoli lerden tadalım dedik, bir pişmanlık daha. 3. kalite bir pastanenin uydurduğu kalitesiz kuru pastası gibiydi. Hiç mi hiç keyif vermedi.
Şarap tadım için otelde konaklarken bir lokasyon seçecektik ama otelimize yarım saat kala yine araştırmalarımdan edindiğim Castello da Verrazzano’ nun önünden geçince hemen duruyoruz. Ama 15 dakika farkla son turun başlangıcını kaçırmışız, bağı gezmeden tadım yapmak da eksik kalacağından yolumuza devam ettik ama çok hoş bir lokasyon mutlaka rotanıza tadım için ekleyin.
castello da verrazzano
Otelimize dağ, bayır harika orman yolları aşarak ulaşıyoruz. Müthiş ötesi bir lokasyonda enfes bir doğaya sahip. Otelimizin detayları da gelecek biliyorsunuz o yüzden burada hiç sıkmayayım sizi. Günün yorgunluğu ile kendimizi huzur dolu havuzuna atıyoruz. 2 saat kadar dinlendikten sonra feci bir sağanak bastırdığı için odaya kaçıyoruz. Bu arada otelin lobisinden gelen karşı konulamaz tarçın ve elma kokularıyla sağanağa karşı bir de kek keyfi yapıyoruz. ( off evet sizce de devamlı yemiyor muyuz 🙂 )
Bu restaurant seçimimizdeki karmaşayı da vlogta anlattığım üzere seçtiğimiz Osteria Le Panzanelle’ ye gidiyoruz ve epey leziz bir yemek yiyoruz ve aşağıda ismini göreceğiniz nefis şarabı içiyoruz.
hotel villa campomaggio
osteria le panzanelle
chianti clasico
Bu arada baya baya dağ başında olduğumuz için her türlü hayvanı görmeye hazırlıklı olun, özellikle de gece. Kapkaranlık yolda 20 dakika mesafedeki otelimize geri dönerken tam otelin otoparkına gireceğimiz sırada hayatımızda ilk kez varlığını bile bilmediğimiz yabani kirpi türü olan porcupine’ ı gördük. Koştura koştura yamaçtan iniyordu. Kirpi dediğime bakmayın resmen ortalama boy bir koyun ebatlarındaydı. Nasıl şok olduğumuzu tahmin edersiniz. Neyse ki sizden bir tehdit hissetmedikçe üzerinize gelmiyormuş. Bunu görüp Chianti, Toskana rotasından filan caymayın sakın, Toskana turu buralar olmadan tamamlanmaz.
porcupine
Ertesi gün otelimizdeki yine huzur dolu kahvaltının ardından Siena için yola koyulduk. Ünlü Palio yarışlarının yapıldığı bu ikonik ve aşırı gösterişli ortaçağ şehrini ikinci kez göreceğim için gerçekten heyecanlıydım çünkü gerçekten özellikle de aşağıda gördüğünüz Piazza del Campo meydanına indiğiniz anda sizi adeta sarmalayan bir yapısı var. Binaların rengi, dokusu, tarihi sizi bir anda yüzyıllar arasında bir yolculuğa çıkarıyor.
piazza del campo
Aşağıda gördüğünüz bina ise Palazzo Salimbeni yani dünyanın en eski bankası. Sokakları arşınlarken mutlaka karşınıza çıkacak, epey gösterişli bir bina. Siena’ da epey trüf mağazası vardı, o tattığımıza yakın bulur muyuz diye arşınladık hepsini ama olmadııııı malesef, öğle yemeği için kendimizi tıkadığımızla kaldık. Bari Val D’Orcia’ ya geçmeden buranın ünlü pastanesi Nannini’ de bir şeyler atıştıralım dedik. Aşağıda gördüğünüz tatlı yemiş tiplerin umarsız mutluluk karesidir 🙂 Hadi yola devam, daha Val D’ Orcia var, Pienza var yetişirse Montepulciano var rotada.
Siena’ dan bir diğer şarap üretimiyle ünlü bölge olan Val D’ Orcia yaklaşık 50 km. Ooo iyi yakın, yarım saate gideriz olmuyor. Otoban söz konusu olmayınca dağ bayır yollarında o yol bir buçuk saati buluyor. Bir de navigasyonda Val D’ orcia başka bir yere etiketlenmiş geldik mi bir kasabanın alakasız sokağına, neyse ki fazla uzak değildi. Bu hareket bize fazladan 20 dakikaya mal oldu. Bir de siestayı Meksikalılara, İspanyollara özgü biliriz bu kasabalardakiler de fena siestacı çıktı. Sokaklarda in yok cin yok, bir açık dükkan yok. O yüzden buralarda yola donanımlı çıkın. Böylelikle geldik o şiir gibi servi ağaçlarının olduğu muhteşem tepeciğe.
val dorcia
Ufak gecikmemiz ve klimaya rağmen tepemizi yakan güneş, daha 1,5 saatlik dönüş yolumuzun olduğu gerçeği birleşince otele bir an önce gidip huzur vadimizde havuza atlama arzusu daha ağır bastı ve çok istesek de Pienza ve Montepulciano’ yu listemizden çıkardık.
la bottega chianti
Havuz keyfinden sonra akşam için rotamız dünkü yağmurdan ertelediğimiz La Bottega restauranta! Burası 300 yıllık, Michelin yıldızlı bir restaurant. Konumu, ambiyansı o kadar tatlı, o kadar samimi ki teyzenizin bahçesinde akşam yemeğine gelmiş gibi hissediyorsunuz. Aynı yorumu dün akşamki yemek için de yapabilirim bu arada. Referans olması için menüden bir sayfayı altta bulabilirsiniz. Fiyatlar böyle bir yere göre gayet kabul edilebilir. Bizde Michelin yıldızı almış bir yer olsa fiyatların çarpı 2 veya 3 olacağına eminim. İkimiz de makarna yedik ve gayet başarılıydı. Belki porsiyon biraz daha büyük olsa daha iyi olabilirdi ama  biz de belki fazla acıkmış olabiliriz 🙂
Sabah kahvaltı sonrası güzeller güzeli otelimizden güç bela ayrıldıktan sonra şarap tadımı için yakınlardaki bir bağa gittik. Bunun detaylarını diğer yazımda bulacağınız için bir sonraki etabımız olan kuleler şehri San Gimigniano’ ya uzanıyoruz. Bu nefis ortaçağ kenti de kuleleriyle ünlü ancak 74 kuleden günümüzde 14 tane kalmış. Sokakları güzel meydanları küçük ama sevimli bir şehir. Aralardan kaçıp surlar üzerinden manzara noktalarını görmeyi ihmal etmeyin. Ana meydan Piazza del Duomo olsa da biz Piazza de la Cisterna’ yı daha hoş bulduk. Tam ortadaki kuyu 12. yüzyıldan kalma. Bu meydandaki Dondoli dondurmacısı dünyaca ünlü. Ödül almış, elbette yine kuyruk bekleyip tattık. Tamam lezzetliydi gerçekten ama Venchi’ nin, Neri’ nin dondurmaları dururken bana extra bir numarası varmış gibi gelmedi. Yine meydandaki bir cafede pizza yedikten sonra Lucca’ ya doğru yola çıktık.
san gimigniano
Seyahat tarihlerimiz ve lokasyonlar belli olunca hemen araştırırım o dönemde herhangi bir büyük organizasyon veya festival var mı diye. Siena’ daki Palio yarışlarını 2 gün farkla kaçırdık. Lucca’ da ise neredeyse tüm yaz süren bir müzik festivali vardı ama konserler belli tarihlerde. Bizim Lucca’ da olduğumuz akşam İtalyan bir şarkıcının konseri vardı ama bizim ayrıldığımız gece Elton John konseri olması da bir başka talihsizlik oldu. Neyse, şans, ne diyelim.
Lucca’ yı herkes anlata anlata bitiremiyordu. Açıkçası meraktaydım bu kadar ne var diye. Hakikaten söylenen kadar varmış. Bir kere şehrin merkezine indiğiniz an her köşesine ayrı hayran kalıyorsunuz. Sokaklar, meydanlar, birbirinden şirin cafeler derken kendinizi o akışa kaptırıyorsunuz.
lucca
san michele kilisesi
San Michele kilisesi çok etkileyiciydi. Çok ilginç bir şekilde içinde sadece İtalyanca bilgilendirme yazıları olduğu için detayını anlayamadım ama altar bölümünde muhtemelen bir azizin veya rahibin mumyası cam tabut içinde gösteriliyordu. Bu kilisenin bulunduğu San Michele meydanına epey yolumuzu düşürdük hatta bir düğüne bile şahit olduk 🙂
Diğer önemli meydan olan Pizza Napoleone’ de bahsettiğim festival düzeni kurulu olduğundan çok bir tadına varamadık.
torre del giunigi
Torre del Giunigi tepesinde yetişen meşeleriyle ünlü bir ortaçağ kulesi. Çıkılıyor mu tepeye emin değilim ama bu yaz sıcağında hiç öyle tırmanmalı işlere girişmedik biz. Akşam yemeği içinse tercihimiz Piazza Anfiteatro meydanındaki cafelerden biri oldu. Ben büyük bir iştahla burratalı makarna siparişi verdim. Lezzeti iyiydi ancak bizdeki gibi koca top burrata filan beklemeyin. Diyeyim ki beşte biri kadarını ayırıp koymuşlardı üzerine, miktar pek tatmin etmedi. Ama yine de hoş bir gece geçirdik.
Ertesi gün Bologna’ ya dönmeden öncesi için 2 seçeneğimiz vardı. Biri Pisa diğeri sahil şehri olan Viareggio. Pisa’ yı daha önce gördüğüm için çok da bir alameti farikası olduğunu söyleyemem ama illa bucket listenizdeyse gidin görün o pozu verin elbette 🙂 Viareggio’ nun ise küçük tatlı bir sahil şehri olduğu, denize girebileceğimiz söylenmişti. Gidip görmesi sizden, dönüşte yazarsınız yorumlarınızı 😉
Zaman açısından emin olamayınca ikisini de listeden çıkarıp Lucca’ da gezindikten sonra Bologna havaalanına dönüş yaptık. Umarım bu seyahatimdeki ipuçları size de yardımcı olur, yeni gezileriniz için ilham olur 🙂 Bir sonraki durakta görüşürüz..
PS: En alta Chianti’ deki otelimizin bize civardaki restaurant ve bağ isimlerini derlediği notları da bırakıyorum, inceleyebilirsiniz.

 

 

 

 

 

Yazar

Yorum Yaz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Pin It