Ben bir rüya gördüm, 1 hafta sürdü ve o rüyadan uyandım. Artık hiçbir yılbaşı dönemi bir daha eskisi gibi olmayacak.
Bir ihtimal veriyorum o da Kuzey Kutbu‘ na ren geyiklerinin çektiği kızaklara binip, Noel baba köyünü ziyaret etmek daha farklı olabilir. Evet Instagram’ dan takip edenlerinizin bildiği üzere aralık ayında Alsace, Colmar, Strasbourg ve İsviçre‘ yi içeren bir seyahatteydik. O kadar ama o kadar özlemişim ki. En son Ocak 2020’ de pandeminin hemen öncesinde Maison Objet ve Paris yapmıştım, sonra zaten kapanış o kapanış yurtdışına. Bu arada bu rehberim dışında bu gezinin videosu için buraya tıklayabilirsiniz. Ama bence önceliğiniz bu yazı olsun.
Şu pasaport kontrolden geçip ülke sınırlarından çıkmaya hasrettim. Bilmediğim yerlerde kaybolmaya, bilmediğim dillerin konuşulduğu sokakların sesini dinlemeye, kendimi de unuttuğum günler geçirmeye…
Bu sene başında ajandama gitmek istediğim 5 ülkeyi yazmıştım, ilk kez böyle bir liste yaptım; biri de İsviçre‘ ydi. Planı ben bile yapmadım, kardeşim ve eşinden davet geldi hadi birlikte gidelim diye ve kendimizi böyle bir rotanın içinde bulduk 🙂 Demek ki kalbimizden geçenleri mutlaka yazmak gerek… Biletleri temmuz ayında almıştık. Evet bu baya erken bir tarih oldu. Zaten münferit gezmek istiyorsanız artık öyle 1-2 ay öncesinde denk getirip uygun fiyata bilet bulabilmek imkansız. Turu Basel gidiş-dönüş uçak bileti alarak 1 haftalık planladık. Aslında uçağımız pazartesi sabahtı. Ancak malesef THY uçuşu iptal edince 1 ay öncesinde, bizi akşamüstü uçağına mecbur ederek 1 gündüzümüzü yemiş oldu. Basel’ e indiğimiz gün saatlerimiz akşamüstü olduğu için bagajları al, araba kirala derken ancak çıkabildik. ( ki önceden Sixt‘ ten rezervasyon yaptırmıştık ancak süreç biraz uzadı. Mesela biz full insurance alırız genelde, yine öyle aldığımızı düşünüyorduk ama ön cam koruma dahil değilmiş onu ekledik. Bir de İsviçre’ ye geçecekseniz kış lastiği olması gerekiyormuş ki o da günlük 80 Euro fark yaratıyordu, 7 günden epey maliyetli olacağı için daha cüzi bir farkla kar çorabı kiraladık. Polis tarafından hiç çevrilmediğimiz için sıkıntı olmadı, zaten Avrupa’ da polisin çevirdiği çok nadirdir. Şahsen bunca yıl ben hiç denk gelmedim, risk alıp almamak sizin nazarınızda elbette. Kar çorabına da bir kez ihtiyacımız oldu, onu İsviçre bölümünde anlatacağım.) Bu yazı uzun olacağı için mecburen ikiye ayırdım. Son bir not da Avrupa’ da bazı ülkelerde kullanılması gereken taşıt pulu vignette. Özellikle İsviçre’ ye geçişlerde gerekiyor. Sixt’ in arabalarında vardı, extra bir şey ödemedik ona. Maliyet hesaplamanız için söylüyorum, totalde 1100 km yaptık ve aldığımız benzin toplamı 100 Euro oldu. (full depo teslim alıp full depo bırakıyorsunuz)
Artık geziye geçelim. Arabayı aldığımız gibi Basel‘ e çok yakın bir lokasyon olan Mulhouse‘ a geçtik. Malesef saatlerimiz biraz gecikince buradaki noel pazarı kapanmıştı. Bizdeki gibi gece yarılarına kadar açık değil her yer noel zamanı bile olsa. Yukarıda gördüğünüz kıpkırmızı ışıklarıyla Eglise Saint Etienne. Hemen karşısındaki romantik ışıklarıyla Hotel de Ville. “Hotel de Ville” ismi sizi yanıltmasın, otel değil. Fransa’ da bu şekilde geçen binalar aslında belediye binaları. Her yer ama her yer kapandığı için gözümüze kestirdiğimiz açık ilk restauranta girdik akşam yemeği için. İsmi Volfoni, İtalyan menüsüyle keyifli bir mekan ve lezzetli çeşitler sunuyordu. İç mekan olarak da İtalyan sıcaklığıyla ilk gecenin donduran soğuğunu bizce eritti.
Bu arada 4 kişi olduğumuz için ilk kez otel yerine air bnb ‘den ev kiralamayı tercih ettik. (buradaki evin linki burada) Evin detayları Youtube videomda olduğu için burada hızlıca geçiyorum. Zaten her yer kapandığı için, yemeğimizin ardından Colmar’ a 9 km mesafedeki Ammerschwhir‘ deki evimize geçtik. Evimizin bulunduğu sokakta Michelin yıldızlı restaurant Julien Binz vardı ancak yer bulamadığımızdan burası elendi. Bu kadar yakın olduğumuzu da gitmeden önce fark etmemiştik.
İyice dinlendikten sonra sabah arabamıza atlayıp Colmar’ a geçtik. 9 civarı orada olduğumuz için pek çok yer yeni açılıyordu. Kalabalıklaşmadan nerede ne var görelim istedik. Dikkat! Colmar rotası için ideal tarihi veriyorum şu an! Noel pazarlarının 2. haftası yani aralığın ilk haftası diyebiliriz. Biz 5-11 aralık tarihlerinde gittik, zaten çoğu da 7-10 gün önce açılmıştı. Bizim gittiğimiz hafta ise hem yılbaşına yakın hem de cehennem gibi kalabalıkların olmadığı bir dönemdi. Riquewihr dışında hiçbir kasabada hınca hınç kalabalıklarda gezmedik. Bu emin olun epey konforlu bir durum.
İlk gün kahvaltısı için notlarımıza aldığımız L’ Artemise salı günleri kapalıymış, kapıdan döndük. Eee rotaya haftalarca çalışsak da biz de hata yapabiliyoruz 😉 ama keyifli bir yere benziyordu notlarınıza alabilirsiniz. Sokaklardan birinde Poulaillon‘ u gözümüze kestirdik ve kahvaltı için içeri girdik. Tam bir Fransız boulangerie‘ si (fırını) bademli kruvasan üstündeki icing gözüme o kadar cazip geldi ki dışarıdaki soğuktan sonra, tercihimi bol şekerden yana yaptım 🙂 iyi ki de yapmışım çünkü içinde bir de kestane püresi vardı. Yediğim en iyi bademli kruvasanda ilk 3’e girer. (Strasbourg’ da da şubesi var)
( bu arada hala yurtdışından Iphone almak konusu hala çok cazip olduğu için kendi deneyimimizi bir de buradan anlatacağım. Önce rotanızda gideceğiniz Apple Store‘ lardan randevu almanız lazım. Biz günlerce kovaladık bir türlü Strasbourg’ da olacağımız tek günün randevuları açılmamıştı. İşte bu kahvaltımızı ederken tekrar kontrol ettiğimizde 2 gün sonrasına randevu açıldığını gördük ve hemen saat 10.00 ilk randevuyu aldık. Daha geç saati önermem çünkü stokları kalmıyor. Devamı için Strasbourg’ da görüşürüz.)
Colmar sokaklarına tekrar kendimizi attık. Hava bizim gittiğimiz hafta gündüz 2-7 derece arasında değişikllik gösterdi, geceleri -2 dolaylarıydı. Takdir edersiniz ki bütün gün o sokak bu cadde gezdiğinizden donuyorsunuz. Çok çok iyi giyinmenizi, termal içlik, çorap olmadan çıkmamanızı tavsiye ederim. Bir cesaret topuklu bot, postal vs almıştım yanıma ama kar botumdan başka bir şey giyemedim. (Hep parantezler halinde notlar iletiyorum ki en kapsamlı bilgilere sahip olun. Örneğin, bizden 1 hafta sonra giden arkadaşlarımız gündüz -2 derecelerde gezmek durumunda kalıp daha fazla karlı yollarda araba kullanmak durumunda kaldılar.)
Colmar’ dan büyük Avrupa şehri performansı beklemeyin. Daha küçük bir şehir ancak çok çok sevimli. Bahar yaz aylarının çiçekler bezenmiş keyfi ayrıdır ama noel dönemi tam bir rüya. Küçük desem de Alsace rotasında gezeceğiniz diğer köylerin yanında elbette en büyük ve en kalabalığı. Merkeze yakın bir caddede açık otopark vardı, arabamızı oraya park edip yürüdük. Yol üzerinde geniş bir meydan olan Parc du Champ de Mars‘ ı geçerken burada dev bir buz pisti gördük ancak henüz kullanımda değildi. En azından gündüz saatlerinde. Kış hali bile sarıp sarmalayan keyifli bir park burası.
Merkezde ise gezeceğiniz sokaklar genelde St. Martin kilisesi ve Eglise des Dominicains kilisesi etrafında yoğunlukla. Rue des Ecoles caddesi üzerinde de nehrin üstünden geçen köprüde en ünlü Colmar fotoğraflarınızı çekebilirsiniz. Hemen karşısında kapalı bir pazar olan Marche Couvert gezilebilir. Daha çok şarküteri ürünleri ve fast food yemeklerin olduğu bir alan. Oturarak yenecek yer sadece bina dışında ve o sırada kapalı olduğundan biz tercih etmedik. Bu arada tam bu köprünün sol çaprazında Maison Alsacien de Biscuterie var. Alsace bölgesine has kurabiyeler satıyor, özellikle badem unlu ve limonlular şahane. İster kendinize, ister hediyelik, burayı es geçmeyin.
Bu sokaklardan birinde Musee Bartholdi‘ yi göreceksiniz. Hemen hatırlatayım kendisi Özgürlük Heykeli’ nin keykeltraşıdır. Ayrıca sayısız değerli esere imzasını atmıştır. (bunlardan biri de bizim Provence seyahatimiz sırasında tadilatta olduğu için göremediğmiz Lyon’ daki Bartholdi çeşmesidir. O yazımın linki de burada.) Biz ancak yarım günümüzü Colmar’ a ayırdığımızdan ve sırada 3 kasaba olduğundan müzeye vakit ayıramıyoruz bu kez, soğuk ama güneşli havada sokakların tadını çıkarıyoruz. Bir de her yer ama her yer yılbaşı süsü dolu, nereden ne alacağınızı şaşırıyorsunuz. En favorilerimi Instagram’ daki şu 3 postumda derledim, inceleyebilirsiniz. (birincisi, ikincisi, üçüncüsü) Bir not da özellikli süslerin minimum 20-25 euro civarından başladığı. Daha uygun fiyatlı yılbaşı süsleri için ise Maisons du Monde (burayı aşırı sevdiğimi Provence yazımı okuyanlar hatırlayacaktır. Colmar merkezde çok küçük bir şubesi var bir de otoyol yanında kocaman bir mağazası mevcut) , Tiger ve Primark‘ ta da hem güzel hem de uygun fiyatlı süsler bulabilirsiniz.
Sokaklar arasında dolanırken kendinizi bir masal kitabının sayfalarında kaybolmuş gibi hissediyorsunuz. Bildiğimiz zaman adeta duruyor, başka bir şey düşünmez oluyorsunuz. Sağınız solunuz cicili bicili süsler, mis kokular ve eğlenceli noel müzikleri. Bu zamana kadar noel döneminde seyahate çıkmadığıma hayıflandım ( bir Dubai gezim var, ki onun linki de burada ancak onda da her yer süslü ama elbette bir Arap ülkesi olduğu için böyle bir noel ruhu yok.) Bu ruha hizmet edecek yiyecek içecekler türlü eğlenceler her an karşınıza çıkabiliyor. Üşüdükçe sıcak şarap alıp yolumuza devam ediyoruz. Sıcak çikolatalarına hiç heveslenmeyin Fransa’ dasınız diye kimse size eritilmiş çikolata filan sunmuyor, bayağı sulandırılmış kakaolu süt gibi bir şey.
Bu güzelliği tamamlayıp sıradaki köye doğru yola çıkıyoruz. İstikamet Eguisheim. Bu köy en favorilerden bir tanesi. Turistik önemi de Disney‘ in ünlü çizgi film uyarlaması “Güzel ve Çirkin” oluşturulurken bu kasabadan ilham alınmış olması. Size diyorum, adımınızı attığınız her yer bir masal dünyası.
İstikamet Turckheim. Bu arada otobüsler de mevcut köyler arası ancak hava o kadar soğuk ki arabamız olmadan bir de otobüs beklemek gerçekten eziyet olurdu. En azından kış aylarında bu seçeneğe yeltenmeyin derim. Araba bir yerden bir yere giderken en azından ısınma molası sağlıyor. Alsace Colmar rotasında çok fazla minik köy var ama hepsi de çok görülesi değil. Artı daha küçük köylerde noel pazarları sadece belli günler açık, illa oraya gidecekseniz internetten teyit etmenizi öneririm. Bir dipnot ise bazı isimler sizi Fransa‘ da değil de Almanya’ daymışsınız gibi hissettiriyor ki bu çok normal. Tarihte Alsace Lorraine Almanya ve Fransa arasında çokça çekişmeye sahne olmuştur ve defalarca bir diğer ülkenin yönetimine geçmiştir. Tarihten bu savaşları eminim hatırlarsınız. Bu yüzden bazı isimlerin Almanca olması ve koyu milliyetçi Fransızların hala o isimleri muhafaza etmesi bana ilginç gelen bir detay oldu.
Turckheim da yine sevimli ama oldukça küçüklerden bir tanesiydi. Köy meydanında sizi “santons” karşılıyor. Noel döneminde özellikle Fransızların geleneği olan “creches de noel” (nativity scene diye geçer İngilizce’ de)dedikleri figürinler kullanılarak hazırlanan genelde Hz. İsa’ nın doğumunu canlandıran sahnelerdir bunlar. Ya minyatür olarak hazırlanır ya da böyle geniş meydanlarda sergilenmek için insan boyutunda.. Burada en ilgi çeken kısım bu alandı. Bizim zamanımız geniş olduğu için uğradık bu köye, sizin günleriniz kısıtlıysa es geçebilirsiniz.
Öğlen yemeğimizi de burada aldık, meydandaki küçük bir cafede buraların ünlüsü tarte flambee denedik. Pizzadan daha ince bir hamurun üzerinde soğan, peynir ve kremayla hazırlanıyor. Dİlerseniz et de eklenebiliyor. Yemeden dönülmemeli. Dünyadaki en lezzetli hamurişi değil belki ama açlığı bastırmak için keyifli bir seçenek.
Orayı kısa kesip Kaysersberg‘e doğru geçiyoruz. Bir yerden sonra minicik köylerde geçireceğiniz vakit yarım saati geçmiyor. En azından biraz daha fazla yer görelim diyorsunuz. Bu rotada nokta rekoru kırmış olabiliriz. Kaysersberg köy meydanına girmeden bir açık otopark var, apartman otoparkı gibi duruyor, yanıltmasın, oraya park edip içeri doğru yürüyebilirsiniz.
Kaysersberg biraz daha büyük diğerlerine göre. Farklı bir aurası var. Hafifçe tepe tırmandığınız için biraz yorabilir. Sokakları daha geniş ve ferah ama sevimlilikte hiçbiri diğerinden aşağı kalmıyor. Sosyal medyada yılbaşı döneminde en çok öne birkaç yer çıkıyor ama inanın her biri ayrı keyifli. La Weis isimli bir ırmak akıyor tepeden ve köyün üzerindeki köprüden tatlı bir sahne beliriyor önünüzde. Gezerken bir cam atölyesine rastladık, çok başarılı işleri vardı, üretilirken de izleme şansımız oldu. Bir de bu bölgeyi gezerken bardak kısmı küçük gövdesi yeşil kadehler göreceksiniz, kimisinin üzerinde de yöresel giysili çizimler var, anı olarak alabilirsiniz. Cam olanları da var, kristal de.. Taşıması biraz riskli oldu ama kristallerinden aldık.
Arabamıza doğru yürürken Eglise Sainte Croix kilisesinin çanları çalınca yavaştan kararan havayla ışıklandırmalar da yakıldığı için girip gezmek istedik. Fazla büyük bir kilise değil ama her yer gibi orası da Noel ruhuna çoktan bürünmüştü.
Buradan ayrılıp turumuzun odak noktalarından Colmar’ ı bir de gece görmek için oraya dönüyoruz. Anladık ki bütün sokaklarını gezmişiz. 1-2 tur daha atıyoruz ve akşam yemeğimiz için ayırttığımız restoran Michelin yıldızlı La Maison Rouge‘ a gidiyoruz. Ne var ki kapısına geldiğimizde bir bakıyoruz içerisi neredeyse bomboş, şef de masalardan birine oturmuş (şef-müşteri sohbeti olmadığı çok belli) baya derin muhabbetteler. Mekan da aşırı köhne, camlarını da kirli görününce vazgeçiyoruz. Onun yerine meydandaki. L’Amandine’ e geçiyoruz. Place de la Cathedrale yani Katedral Meydanı‘ nda yer alan şirin bir mekan. Yediğimiz her şey gayet lezzetliydi. L’Atelier de Yann‘ dan akşam evde yemek üzere tatlılarımızı alıp günü bitiriyoruz. Tatlılarını tavsiye edebilirim lezzetliydi. Yalnızca bir dipnot, benim kişisel favori tatlım olan Mont Blanc‘ ı çok da müthiş değildi. Bence burada kilit olan o beyaz kremasının bayıcı ve fazla miktarda olmaması.
Bonjour! Yola erken çıkıyoruz. Bugün yine köy kasaba gezeceğiz bolca. İlk durağımız Selestat. Burası daha kendi halinde bir yer. Ne köy ne kasaba diyebilirim, ufak bir ilçe demek daha doğru olacak. Yola erken çıktığımız için kahvaltıyı Selestat’ ta yapmayı planladık. Böyle çok noktalı rotalarda eğer bir yer çok ünlü ve “gerçekten denenmeli” kategorisinde değilse tüm restaurant ve yemek seçeneklerini taramıyoruz biraz daha akışına bırakıyoruz, zira hepsi de küçük yerler çünkü.
Arabayı park edip Plaza d’Armes meydanından gezmeye başlıyoruz. Christmas market tabii daha kapalı, dükkanlar bile yeni yeni açılıyor. Meydanı geçip bir araya saptığımızda kendine doğru bizi çeken o pastaneye yönleniyoruz. İsmi Salon de Té Patisserie Benoit Wach. İçi biraz şövalye konseptinde dizayn edilmiş. Girdiğimiz anda pırıl pırıl camekanların arkasının ağzına kadar taptaze pastane ve fırın ürünleriyle dolu olduğunu görüyoruz ve sabah açlığıyla gözümüz dönüyor diyebilirim 🙂 burada tattığımız her şey çok lezzetliydi, ben gözlük anlamına gelen, şekil olarak Danimarka çöreğine de benzeyen “lunettes” yedim, tadı damağımda kaldı. Çikolata ve pastaları da başarılı görünüyordu. Sokaklarında biraz daha turlayıp rotamıza döndük. Bu arada buralara gelmişken denemediyseniz bretzel de mutlaka tadın. Biliyorsunuz aslında lezzet olarak bizim çubuk krakerin yumuşak, hamur işi olanı. Ama paketli gıda olmadığı için gönül rahalığıyla yeniyor.
İstikamet Chatenois. Burayı rotanıza eklemeye asla gerek yok. O kadar dümdüz bir Avrupa kasabası ki şu kadar uzun yazıda onun bir caddesinin fotoğrafıyla bile burayı meşgul etmeyeceğim. Es geçelim… Böylece sıradaki durağımız olan Chateau Haut Koeningsbourg‘ a geçiyoruz. Burasını eğer geniş bir Alsace-Colmar rotanız varsa kesinlikle görün derim. Tepeye tırmanırkenki dağ yolu önce doğasıyla sarıyor sizi. Sonrasında şatonun büyüklüğü şaşırtıyor. Gezerken de içine, işçiliklerine hayran kalıyorsunuz. Müze mağazası da harika. (İngilizce birkaç kaynak da vardı ama yetişkinler için, çocuklara Fransızca çok tatlı kitaplar vardı.) Biz arabayı park edip şatoya vardığımızda malesef öğle molasına denk geldik böyle bir mola olacağını akıl edemedik açıkçası. Ama mevcut rota üzerinde de burayı geçip tekrar dönmemiz olası değildi. O yüzden hiç yoktan 1 saat bekledik cafesinde. ( acıkmıştık da ama tatlı dışında pek bir şey yoktu, tok gelmenizi tavsiye ederim çünkü şatoyu gezmemiz de bir buçuk saate yakın zaman aldı.) Şato da süslenmişti fakat gösterişten uzak gayet mütevazi, gerçek çam ağaçları ve süsleriyle. Çok ilginç bir şekilde bu şatoya hakim kralların hiçbiri burada noel kutlamamış.
Oldukça etkilendiğimiz bu şatodan ayrılıp günümüze devam ediyoruz. Yolda ilerlerken Bergheim‘ dan geçtik. Aslında burası da gezeceğimiz noktalardan biriydi ama inanılmaz aç olduğumuz için ve burası da küçük bir köy olduğundan sevimli görünmesine rağmen atlayıp daha çok övülen ve daha büyük bir kasaba olan Ribeauville’ e geçtik. Günü Riquewihr’ de bitireceğimiz için -ki oraya da gün batmadan varmak istiyorduk- bir restauranta oturup kaybedecek vaktimiz yoktu. Fazla noktalı yerler söz konusu olunca biraz daha sokak lezzetleri tadında ilerliyorsunuz. Gördüğümüz yerler bu tercihe elbette değer. Gözümüze hoş görünen bir yerde hızlıca birer sandwich atıştırdık. Aklınızda olsun geçen gün yediğimiz tarte flambee’ nin sandwich versiyonu da var ve akışkan sıcacık peyniriyle oldukça lezzetliydi, tavsiye ederim.
Ribeauville de 1500’lü yıllara dayanan bir tarihe sahip ve gezilecek bazı kule ve şatoları mevcut. Daha büyük bir kasaba olduğu için biraz daha kalabalık haliyle. Gezdiğiniz her sokak kendi içinde bir rüya. Akşamüstü saatlerinde oraya vardığımızdan aslında noel pazarlarını yakalayabilirdik ama bizim gittiğimiz gün oranınki açık değilmiş. Pazarların listesini gitmeden önce bu adresten kontrol ederbilirsiniz. Belki daha gezilecek yerleri vardı ama dediğim gibi hava kararmadan ulaşabilmek için Riquewihr’ e doğru yola çıktık.
Riquewihr o kadar kalabalıktı ki, çok net söylüyorum Colmar’ da o kadar sıkış tıkış gezmedik. Kalabalığı daha kasabaya girişteki yığılmadan anlıyorsunuz. Otoparkı hiç dert etmeyin bir şekilde mutlaka yer buluyorsunuz. Burada kulübe sayısı da daha fazla içerik de. Hediyelikten yemek standlarına, sıcak şaraptan çeşitli soslu makarnalara, bretzellere sınırsız seçenek var. Alsace ruhu burada tastamam önünüzde. Bir de bu noel pazarlarının en tatlı yanı sokaklardaki hoparlörlerden devamlı noel şarkılarının çalınıyor oluşu. Dev bir müzik kutusunun içinde hipnotize olmuş gibi dönüp duran balerin gibi hissediyorsunuz. Boşuna demedim size en başında, sanki boyut değiştiriyorsunuz. Hava kararmasının bir güzelliği binalara mapping ile yansıtılan ışık oyunları, eğlenceli görseller. Hepsi başınızı döndürüyor. O gece bize bir de az bulutlu gökyüzünde dolunay eşlik edince rüya gibi bir ortam sundu. Böylelikle geceyi burada tamamlayıp evimize döndük.
Bu arada tek tek belirtmiyorum ama Alsace rotasının aynı zamanda bir şarap rotası olduğunu söylemeden geçmeyeyim. Çoğu yer kendi şarabını yapıyor ve almadan önce büyük çoğunluğunda tatma imkanınız var. Gözümüze kestirdiğimiz her yerde tadım yapıp beğendiğimiz şaraplardan aldık. (tatil sonunda total 2 valizde 9 şişeyi nasıl hasarsız getirdik bize koca bir bravo 😉 tabii her şişeyi bir kazağa sarıp sabitleyerek) “Aman bunu da beğenmedik” diyeceğimiz tek bir şaraba denk gelmedik. Üzüm türlerine göre bulabileceğiniz başlıca şaraplar (vins d’Alsace) şöyle.
Beyaz şarap: Riesling, Pinot Gris, Pinot Blanc, Muscat, Gewviztraminer, Sylaver. Kırmızı şarap: Pinot Noir
Ertesi gün biraz daha erken başlıyor çünkü bu kez durağımız tek, şehir büyük. Bekle bizi Strasbourg! Her yerde Capital de Noel yazıyor, gerçekten Noel’ in başkenti. Burası artık büyük şehir olduğu için kasaba sıcaklığından şehir görkemine geçiş yapıyor. Sabah yaklaşık 1 saatlik bir yolculukla şehre varıyoruz. Yine merkeze yakın bir yerlerde arabayı park edip kruvasan bretzel derdine düşüyoruz 🙂 Evet başka bir seçenek aramıyoruz çünkü bizim için Avrupa’ da kahvaltı keyfi bu.
Kahvaltımızı Atelier 116’da ettikten sonra tatilin tarihi ve turistik yanıyla son derece alakasız görevini yerine getirmek üzere Kleber Meydanı‘ ndaki Apple Store‘ a geçiyoruz. Yukarda bahsetmiştim, randevu günü bugün için ancak 2 gün önce açılmıştı ve biz de ne olur ne olmaz diye sabah ilk saat olan 10:00’ u seçtik. İyi ki de öyle yapmışız arkadaşlar. Hepsi randevulu muydu bilmiyorum tabii ama bizden başka bir sürü insan vardı 9:45 itibariyle kapıya dikilen. Açılır açılmaz içeri girmemize rağmen 3 adet (renk hiç fark etmeksizin) 128 gb 14 promax istememize rağmen 2 tane bile denk getiremedik. Birimiz 128 birimiz 256 gb bulabilirken birimiz 14 plus almak zorunda kaldı. Yani şu peynir ekmek gibi satma olayına asla akıl sır erdiremeyeceğim sanırım. Bu arada aklınızda olsun. 1000 Euro’ dan fazla nakit almıyorlar ya tamamını ya da 1000′ in üzerini kendinize ait kredi kartıyla satın almak zorundasınız. Ayrıca tax free belgelerini de isteyin faturalandırma sırasında. Hemen kısaca onu da ekleyeyim. Basel havaalanında nakit veya kredi kartına anında ödeme yapılmadı bize, yapılan varsa aşağı yorum yazsın. Belgelerimizi onaylatıp form doldurduktan sonra Global Blue’ nun posta kutusuna (!) attık. 177 Euro almamız gereken tax free 2 ay sonunda kredi kartıma komisyon ve sanırım giderler kesilmiş haliyle TL karşılığı olarak yattı. O da güncel kurla 155 euroya denk geldi.
Eh artık tatilin önemli bir adımı da tamamlandığına göre şehri keşfedebiliriz. Bulunduğumuz meydan adını General Jean Baptiste Kleber’ den alıyor. Savaşlarda önemli roller almıştır ve meydanda heykeli de mevcut. Gündüz daha sönük gibi dursa da şehir curcunası hakim. Akşam noel pazarı açıldığında çok canlı ve daha kalabalık. Dediğim gibi ilk hafta gitmemizin avantajı hiçbir yerde kalabalıktan bunalarak gezmedik. Meydanın diğer taraftan çaprazında Galleries LaFayette var. Paris’ te gezdiğimiz için şehirde keşfedilecek o kadar yer varken burasıyla vakit öldürmüyor ve diğer önemli meydanlardan biri olan Katedral Meydanı‘ na geçiyoruz. Burada amacımız Notre Dame Katedrali‘ ni görmek. Hava sabaha kıyasla çok daha yumuşak ama buna rağmen katedralin dışındaki inanılmaz sırayı hareketsiz dikilerek beklemeyi göze alamıyoruz çünkü katedrale 15 dakikada bir belli sayıda ziyaretçi alıyorlar. Bu meydan inanılmaz keyifli yalnız. Bir kere noel pazarı tüm canlılığıyla meydanı hareketlendiriyor. Atlı karıncasına varana kadar bir büyük şehir noel pazarında ne bulmayı beklerseniz hepsi var.
Madem katedrali gezemedik o zaman Rohan Sarayı‘ nı gezelim dedik ki hiç tahmin etmeyeceğimiz üzere perşembe günleri saray kapalıymış. Giriş kısmındaki sergilerden biri açıktı sadece onu gezebildik.
Nehirler genelde şehri ikiye böler ama Ren nehri burada önce şehri bölüyor sonra da bahsettiğim meydanları, Petite France bölgesini de içine alacak şekilde en merkezde çepeçevre sarıyor kenti. İlerlemeden önce bir not vereyim. Şehrin mutlaka denenmesi gerekenlerinden Naegel ve Christian. İkisinin de tatlıları çok iyi görünüyordu ama biz çok alakasız bir saatte geçtiğimizden tadamadık, sonra da tekrar oraya dönmeye zaman kalmadı. Christian özellikle binasıyla zaten show yapıyor cadde üzerinde.
Şimdi yönümüzü nehrin çevrelediği alandan biraz daha dışarı yöneltiyoruz. Cave Historique des Hospices de Strasbourg. 600 yıllık bir mahzene götürüyorum sizi. 1395 kuruluş tarihli bu kurum yüzyıllar boyunca hastanenin bünyesindeymiş. Ruhlarının bağışlanmasını isteyen hastaların hastaneye yaptığı bağışlar ve bu toprak sahiplerinin mahsüllerinin toplandığı, evsiz ve muhtaçların da buradan faydalandığı bir alanmış. Yıllar içinde azalan bağlar ve işi bilmeyen kişilerin ihmaliyle kaybolmaya, içindeki fıçılar ise çürümeye yüz tutmuş. 1995′ te 600. yılında Alsas’ lı 30 şarap üreticisinin organizasyonunda burası tekrardan canlandırılmış, tarihi fıçılar onarılmış. Bulunduğu buz gibi ortamı, nemli havası, devasa fıçıları ve kasvetli tarihi yapısıyla kesinlikle görülmeye değer bir yer. Tabii ki şarap alışverişimizi de yapıp ayrılıyoruz.
Buradan 13:30′ da açılacağını öğrendiğimiz Musee Historique de la ville de Strasbourg‘ a geçiyoruz. Yol üstünde aslında bir de Musee Alsacien yer alıyordu ama birinden birini seçmemiz gerektiğinden tarih müzesini tercih ettik. Alsas hayatını anlatan, folklorik yaşamın nabzını tutan daha küçük bu müzede de aklım kaldı. Vaktiniz daha azsa burayı tercih edebilirsiniz.
Fransa ve Strasbourg tarihini çok çok iyi ele alan, aklınıza gelebilecek her detaya yer verilmiş şahane bir müzeydi bizim gezdiğimiz. Çok uzatıp sıkmak istemiyorum sadece birkaç görselle tasvir etmeye çalışacağım. Vaktiniz varsa burayı gezin. Müze gezisi tahminimizden daha uzun sürdüğü için çıkışta düşen tansiyonları, açlıktan bozulan asapları normale döndürmek için önümüze ilk çıkan yere (Paul– ki o da bir Fransız klasiğidir, bizde neden kapandı hala sorguluyorum) girip “açken sen sen değilsin” modumuzdan kurtulduk.
Aslında turistik gezi tekneleriyle kanal turu da yapabilirsiniz ama bu tip turlar bana fazla yüzeysel geliyor. Kanal boyunca her yeri görüyormuşsunuz gibi ama aslında sadece geçip gidiyorsunuz önünden. Daha önce benzer turları Paris ve Amsterdam’ da yapmıştım, Amsterdam hiç keyif vermemişti. Bu turlar bana hiçbir zaman Venedik’ teki gondol keyfi gibi bir keyif yaşatmıyor açıkçası. Bol vaktiniz varsa onu da yapın ama önceliğiniz gezerek keşfetmek olsun.
Paul’ den sonra rotayı daha da gecikmeden La Petite Venice bölgesine çevirdik. Tarihi binalarıyla şehrin içinde köy kasaba atmosferi yaşatan yine şehrin kalabalık noktalarından biri. Zaten Strasbourg’ ta adım attığınız en küçük meydanda bile bir kutlama, müzikli eğlence veya etkinlikler var. Ponts Couverts’ te dolaşırken nehir üzerindeki bu “Intagram ünlüsü” evi de görüyoruz. “Maison des Ponts Couverts“, velayet hakkı olmayan ebeveynin, çocuğu diğer ebeveynle karşı karşıya getiren çelişkili bağlama rağmen çocuğuyla yeniden bağlantı kurabileceği veya bağları kurmaya devam edebileceği bir buluşma noktası olarak hizmet veren bir yermiş.(videoda verdiğim bilgi hatalı yani, bu bilgiyi baz alın lütfen)
Hava kararırken Place Kleber tarafına doğru tekrar yürüyoruz. Noel pazarının curcunasını dolunay keyfinde münster peynir soslu makarnalarımızı (aşırı lezzetli, özellikle aromatik peynirleri sevenlere, sevmeyenlere ağır gelebilir) yiyerek tamamlıyoruz ve yola çıkıyoruz. Bundan sonrasında İsviçre rotamıza devam edeceğiz ama bu yazı epey uzun oldu. İsviçre ile devamı çok yakın bir süre içinde yayında olacak. O gelene kadar gezimizin bu zamana kadar olan kısmını Youtube videomuzdan bu linke tıklayarak izleyebilirsiniz.