Sonbahar moduna girdik mi? Bence kesinlikle.. Yazılacak güncel geziler peşi sıra geldikçe size bunları yetiştirmekte zorlanabiliyorum. Biliyorsunuz işinize yarayabilecek her detayı da yazınca saatler, günler süren bir emek sonucunda tamamlanabiliyor. Emin olun gezmesi kolay yazıya dökmesi apayrı iş 🙂 (bu sebepten dolayı da çok eski gezilerime bir türlü sıra gelemiyor, neyse geç olsun güç olmasın)
Bu yazıya konu olan sonbahar kaçamağı aslında geçen sene ekim ayına ait. Ancak bu programın tadı çok damağımızda kalınca geçen ay sonu tekrarladık. Ama birkaç ufak farkla ve eklemelerle. Şimdi hiç bozmadan geçen yılki rotayı ele alacağım, yazının sonuna ise bu yılki rotada yeni eklenenleri ilave edeceğim.
- Yazıya geçmeden bir edit daha yapıyorum: 22 Kasım 2024 tarihinde) Bu turumuzu yeni eklenenlerle 3. kez yaptık bu yıl.. Ancak geçtiğimiz kış Urla mekanları Michelin yıldızlarıyla taçlanınca Youtube için de çekmek şart olmuştu. Linkini veriyorum ancak önce yazıyı okumanızı tavsiye ediyorum. Sonrasında buradaki linkten videosunu da izleyebilirsiniz
Hadi başlayalım… Alaçatı ve Çeşme‘ nin bende yeri ayrıdır, bir farklı severim. Ama yaş 40’ a yaklaşırken ve şehir hayatı bizi fazlasıyla yorarken tatil tercihlerimizde “gerçekten kafa dinlemek” ve olmazsa olmazımız “iyi şeyler yemek” yola çıkış mottomuz oluyor. Ve sonbaharda o çılgın kalabalık çekildiğindeki Alaçatı beni kalbimden vuruyor. Henüz ılık gündüzleri, tenhalaşmış sokakları, cafelerden gelen sakin melodileriyle tüm benliğimi huzurla dolduruyor.
Sabah İstanbul’ dan yola erkenden çıktık. Yolda açlıktan bayılmayacak kadar atıştırıp hemen Alaçatı’ ya yollandık. Bu arada Çeşme filan diyorum ama başlığım “Sonbaharda Urla Kaçamağı“. O neden diyeceksiniz çünkü bu kez Çeşme yardımcı rolde, biz asıl Urla’ ya gidiyoruz, Urla’ da yiyeceğiz, Urla’ da konaklayacağız. Bu sebeple başlık Urla ama Alaçatı’ ma da uğramazsak eksik kalacağımız için önce orayı bitiriyoruz. Köşe Kahve‘ de kahve molasından sonra girmediğimiz Alaçatı sokağı kalmayana kadar sankin sokaklarda turluyoruz.
Ardından biraz deniz havası için kumrularımızı alıp Ilıca sahile iniyoruz. Geçen yıl bu geziyi 28 ekim haftasonunda gerçekleştirdiğimiz için denize girmek gibi bir planımız yoktu, ama bu seneyi anlatacağım sonda 😉 Ilıca’ nın eylülde sakinleyen denizi yine özüne dönmüş, deli rüzgarı ve dalgalarıyla sahili coşturuyor. Akşama kapsamlı bir balık sofrasında olacağımız için öğleni kumruyla geçiyoruz. Ardından da gezmesi hep keyif veren Çeşme marinaya geçip yine sakinliğin ve tadını çıkarıyoruz.
Akşamüstüne doğru otoyola çıkmadan hep bağ yolunu takip ederek Urla’ ya geçiyoruz artık, tekrar Çeşme’ ye dönmeyeceğiz. Epeydir aklımızda olan Perdix tam önümüze düşünce şarap tadımı için duruyoruz. Kendi şaraplarını üreten markalardan biri Perdix. Bulunduğu arazi ve mekanın kendisi aşırı tatlı ve tematik. Akşam yemeği yaklaştığı için burada bir şey yemeden sadece tadım yapıp, ev için şaraplarımızı alıp Urla’ daki otelimize geçiyoruz.
Buradaki butik otelimiz bu kez Pintura Urla. Butik otel ama içinde bir sanat galerisi var ve hatta sabah kahvaltınızı bu galeride eserleri incelerken alıyorsunuz. Konaklama için araştırma yaparken bu fikir çok hoşumuza gidince başka alternatif bakmadık bile, direkt rezervasyon yaptık. Temiz düzenli sakin bir otel, tavsiye ederim. Ama yine de bu senekini de görmeden geçmeyin 😉
Akşam rezervasyonumuz İzmirlilerin, yerellerin daha çok bildiği Urla’ nın Özbek köyündeki Akın’ ın Yeri. Tam bir balıkçı restaurantı. Son yıllarda gastronomi destinasyonu haline gelen Urla’ nın yeni dönem mekanları gibi değil. Bildiğiniz dümdüz balıkçı 🙂 Yedikleriniz şahane ama aklınız hep yemediklerinizde kalıyor. Meze seçeneği de geniş ama balık seçeneği ve bunlardan hazırlanan ara sıcak çeşitleri de o kadar fazla ki ne yiyeceğinizi şaşırıyorsunuz. Gönlünüzün istediğini yiyebilirsiniz çok fazla yönlendirme yapmayacağım amaa bir buğulama yapıyorlar ki tencerenin içine düşersiniz. Tek tavsiyem büyük tencereyle hazırlanıyor o yüzden bunu tercih edecekseniz ya mezeyi, ara sıcağı az tutun ya da kalabalık gidin her şeyi yiyin 🙂 Buradan tek karem mevcut, açlıkla çekemeden her şeyi silmiş süpürmüşüz 🙂
2. günümüz kahvaltı sonrası Arkas Sanat Urla ile başlıyor. Kekliktepe‘ de yer alan (bu bölgeye de ilk kez geldim ve dokusuna hayran oldum), Arkas Holding‘ in bölgeye kazandırdığı bu değerli müzede Rodin heykellerinden tutun çok değerli eserlere uzanan geniş bir seçki var. En az 1 saatinizi ayırın derim. Giriş katındaki heykel ve resimlerden sonra üst kattaki savaş teçhizatları bölümünü gezebilrsiniz. Hepsinin çok etkileyici olmasının yanı sıra üst kattaki heykeller alanının aurası sizi başka bir boyuta taşıyor sanki. Mekanın ferahlığı, görkemi, ışığı çok etkileyici. Aile arazisine kurulmış bu kadar güzel bir müzeyi bizlere kazandırdıkları için böyle şirketlere hayran oluyorum gerçekten.
Buradan sonraki durağımız Köstem Zeytinyağı Müzesi. Kocaman bir alan yaratmışlar, eski çağlardan itibaren kullanınlan tüm sistemleri ve makineleri tanıtmışlar. Üstüne bir de sergi hazırlığı vardı içeride. Yemek yiyebileceğiniz bir alan da mevcut içeride, kahve içebildiğiniz müze mağazası da. Ama içeride satılan o kadar çeşit zeytinleri ve zeytinyağlarını tatma imkanı verilmemesi böyle deneyim odaklı alanlarda büyük eksiklik. Tatmadan, sevip sevmeyeceğimi bilmediğim bir şeyi neden alayım ki? Bu tarz hareketler bence mekandan aldığınız keyfin niteliğini düşürüyor. O sebeple bu sene rotamızda yok ama bir kez gidilip görülebilir elbet.
İsitkamet Urla’ nın DNA’ sında olan şarap tadımı için Urla Wines. Urla’ daki tüm üzüm yetiştiricileri ve şarap üreticilerinin, bölgeyi kalkındırmak ve gastronomik olarak ününe ün katmak amacıyla kollektif bir bilinçle hareket edip, Urla Bağ Yolu’ nu oluşturmaları şahane bir hareket bence. Kimse benimki en iyi demeden bölgenin genel faydasına çalışıyor ki bu bile başlı başına tüm üreticilere daha en baştan +1 puan vermenize sebep oluyor. Aynı kollektif hareketi Trakya üreticilerinden de bekliyorum bize yakın bir lokasyon olarak.
Biz daha önce Usca Wines‘ ta tadım yapmıştık bu kez içinde “two rooms” isimle 2 odalı bir butik oteli de bulunan burada karar kıldık. Önce üretim alanını gezdiriyorlar. Yarım saatte bir gerçekleşen turun sonunda her şarabın detaylı anlatıldığı, tadım tekniklerinin belirtildiği tadım aşamasına geçiyoruz. Bu plan daha organize ve kapsamlı geldiği için Usca’ dan daha çok beğendik, ki orada üretim alanı da gezilmiyordu. (bu söylediğim pandemi öncesine ait bir bilgi. Şu an nasıl bilmiyorum, arayıp öğrenebilirsiniz.)
Buraya uğrarsanız zaten bilgi veriyorlar ama Urla Wines’ ın kardeş firması Uzbaş Arboretum‘ u gezmeden dönmeyin derim. Aile arazisinin işe dönüştüğü bir başka proje de burası. Doğanın kalbinde bir yürüyüş ve farklı bitkiler görmek isterseniz uğramalısınız. Buna bir ek, bu yılki tur detaylarını anlatırken gelecek.
Orada kahve, burada tadım, şurada başka bir şey derken bu gün öğlen yemeği yiyecek vakit bulamadık yollarda. Urla’ nın merkezini de atlamamış olmak için Urla Sanat Sokağı‘ na döndüğümüzde önce bir şeyler atıştırmak istedik sokağı şöyle bir turladıktan sonra. İstifçi diye geçen bir mekana rastgele girdik. Akşam yemeği yakın, tok gitmeyelim diye bira patates tercih ettik. Oturur oturmaz da çok tatlı bir grup canlı müzik çalmaya başlamasın mı? Günün bonusu oldu ve şahane vakit geçirdik.
Böyle yazdıkça gün ne uzun sürdü değil mi? Bir Urla’ dan ne çok nokta… Otele geçip kısa bir dinlenip hazırlanıp bu akşam yemeğine Od Urla için hazırlandık. Od Urla’ yı bunca yıldır hepimiz biliyoruz. Kendi yetiştirdiği ürünleriyle mevsime özel sunduğu menüleri yıllardır heyecanla beklenen bu şahane işletmeyi bizim ilk ziyaretimiz olacaktı ama son olmayacağını gece sonunda anladık. Gelen her şeyin nefaseti, lezzeti, uyumu akıl dışıydı. Her tabağın aynı özenle ortaya çıkışı, bize aktarılışı ve damaklarda bıraktığı sıradışı lezzetler unutulmayacaklardandı. Bu menüyü özellikle sırasıyla paylaşmak istiyorum çünkü hepsi çok özel malzemelerin şaşırtıcı bir şekilde bir araya getirilmesinden oluşmuştu.
Tüm tabaklar çok özeldi ama kalamar & rezene birlikteliğini, tulum peynirine eşlik eden incir yaprağı sosunu, satsumalı levreği ve sütlü ekmek& dana dil ve o incir soğan marmelatını unutmam imkansız.
Bu muhteşem tatili zirvede bitirdik denebilir. Ertesi gün İzmir’ de ufak bir tur atılıp, Alsancak’ ta tazecik midye dolmalar yenip, Sevinç Pastanesi‘ nin kendine has pavlovası yendikten sonra İstanbul’ a dönüşe geçilir.
Şimdi yazının burasından itibaren bu programın karşılaştırmalı bu yılki rotasına geçiyorum. Benzer olan kısımları hızlı geçeceğim, rotanın farklılaşan kısımlarını detaylandıracağım. Buraya kadar bile sıkılmadan okuduysanız binlerce teşekkür size. Ama sizi temin ederim bu yılki gastronomik rota ayrı olay! Kemerlerinizi bağlayın, başlıyoruz.
Turumuz yine long-weekend konseptli olduğundan cuma sabah erkenden yola çıkışla başlıyor. 4 saatin sonunda güzel İzmir’ imdeyiz. Bu kez buraya cuma uğruyoruz çünkü şahane bir sebebimiz var. Arkas Sanat Bornova – Mattheys Köşkü‘ nü ve içindeki halı sergisini gezeceğiz. Açıldığı günden beri inanılmaz meraktaydım. Arkas ailesinin İzmir’ e kazandırdığı değerlere bir yenisi eklendi. Detaylar Instagram hesabımdaki Urla 2 öne çıkarılanlarında da sabit. Huzur dolu bahçesi, ortamı, içinde bulundurduğu koleksiyonla birlikte, ayrılmak istemeyeceğiniz bir durak olmuş. Katkısı olan herkese binlerce teşekkürlerimle..
Buradan sonraki rotamız akşama kadar aynı sayılır; Çeşme, Çeşme Marina, kumru, kahve, Alaçatı rotası sabit 🙂 Urla’ ya dönüşte yine Perdix’ e uğradık ortamını sevdiğimizden. Yine bir tadım yapıp Urla’ daki otelimize geçtik.
Bu seneki otelimiz bir dünya tatlısı. Nasıl şansa denk geldik belli değil. Suolo Urla. Eski bir postane, bir Rum evi geçmişinden sonra bu otele dönüşmüş. O vintage ruhu içeri adım atar atmaz hissediyorsunuz. Hizmet ise kusursuz, tüm ekip inanılmaz ilgili. Kahvaltısına sabah değineceğim. Odamıza yerleşip, günden ne kaldıysa azıcık dinlenip akşam yemeğimiz için hazırlanıyoruz.
Bu kez ilk akşam yemeğimiz, adını daha önce de epeyce duyduğumuz Vino Locale’ de. Küçük bir taş ev hayal edin. Bahçesinde zeytin ağaçları, tertemiz örtüler, zarif servis takımları, çok hoş ve sakin bir müzik ve işine son derece hakim, güleryüzlü ekip. Menü aylık değişiyormuş o yüzden sosyal medya hesaplarından yemeyi planladıklarımızı sipariş edemedik. Aklımız hep yiyemediklerimizde. 🙂 Şaka bir yana ufacık bir menü karşılıyor ama yedikçe anlıyoruz, o kadar kararında ki. Amuse bouche (damak hoşluğu) olarak gelen ikram karpuz, muhammara, keçi peynirinin akıl almaz birlikteliğinden. Sonrası ise şöyle: Akıtma makarna& taze trüf, patlıcan isli peynir & fesleğen, kızarmış bamyalı acılı ahtapot, kuzu karski & mantar & patates, keçi peynirli domates salatası, kale ve karidesli taze makarna… Hepsine ama hepsine istisnasız eridik. Tatlılardan limon parfe lezzetliydi ama sadece çikolata soslu hamur kızartma bizi pek etkilemedi. Tabakların hepsini paylaşmak istiyorum bilmem sizi sıkar mıyım ama hepsi sanat eseri gibiydi.
Ertesi sabah sevimli otelimizin güzel bahçesinde bizi zarif bir kahvaltı bekliyordu. Zarif kahvaltı? Gelmeden Instagram hesaplarını incelemiştik her şey zaten çok iyi görünüyordu ama sunumların orijinalliği, yerel seramik sanatçılarının ürünlerine yer vermeleri, tattığımız her şeyin lezzetinin bu kadar iyi olması sabah sabah modumuzu aşırı yükseltti.
Kahvelerimizi içtikten sonra geçen yılki rotaya benzer bir program oluşturduk. Arkas Sanat Urla‘ yı bu yıl da gezdik, beraber geldiğimiz arkadaşlarımız da görsün diye. Ama şahsen defalarca daha ziyaret edebilirim huzur veren aurası için. Sonra şarap tadımına yine Urla Wines‘ a geçtik. Akabinde de çok yakınındaki Uzbaş Arboretum‘ a. Burasıyla ilgili bir güncellemem var. Geçen yıl hazırlıkları yapılan tek katlı bina kullanıma açılmış. Bitkilerin bir kısmı burada sergileniyor, alışveriş yapabiliyorsunuz. Aynı zamanda kendi üretimleri reçelleri, zeytinyağları da mevcut, tadım yaparak alabilirsiniz. Biz üzüm ve patlıcan reçeline bayıldık ve aldık. Aslında nane reçeli de çok değişikti ama eminim alsak o kavanoz sürünürdü bizim evde.
Yine orada tadım burada bir şeyler atıştır derken ziyan olan öğle saati sonrası kendimizi Urla Sanat Sokağı’ na ve tahmin edin neresi 🙂 yine İstifçi‘ ye attık. Bu sene ekim değil eylül sonu gelmemize rağmen çok çok boştu sokaklar bir önceki yıla kıyasla. Burada bir şeyler atıştırıp, birer kokteyl içip otelimize döndük. Akşam istikamet tabii ki Od Urla 🙂 merak etmeyin pazar günü programı tamamen farklı 🙂 yine hazırlandık ve düştük yollara. Yine Od Urla’ da “chef’s table” tercih ettik çünkü oranın ruhuna, dna’ sına ve konseptine bence en çok şefin masası yakışıyor, o akışı izlemek ve içine dahil olmak.
Her tabağı koyarak yine sıkmak istemiyorum ama aşağıda menüde göreceklerinizden köz biber sorbeye, ahtapotlu tabağa, asma yaprağı soslu küşleme ve patlıcana, menüde yer almayıp sürpriz gelen fındık keke eridim bittim. Hele o etrafındaki fındık çorbası vari sos… Bazı mekanlar gerçekten boşuna ünlenmiyor. Gittiğinizde bu farkı görebiliyorsunuz. Gastronomi ve sanat merkezi haline gelen Urla’ nın bu haline bayılıyorum. Yöresel tasarımcıların elinden çıkma şahana takımlarda servis edilmesi, Urla’ nın sanatı yücelten tarafına şahane bir gönderi. Önümüzdeki yıl da bu arada Ahmet Güneştekin‘ in Urla ile ilgili bir projesi olacakmış, merakla bekliyorum. Gelmek için bir bahane daha…
Pazar günü kahvaltımız sonrasında yüzmeye gidiyoruz! Eylül sonunda mis gibi bir hava varken denize girmeden dönülür mü hiç? Peki Urla’ da nerede yüzdük? Araştırdığımızda elimize birkaç koy geçmişti ama bir de yerlisine sorunca Altınköy‘ de karar kıldık. Pazar günü için fazla kalabalık olmayan yolu biraz uzun ama memnuniyet garantili dendi. Hakikaten Urla’ nın güneyinde kalıyor biraz dağ, yamaç inerek gidiyorsunuz. Altınköy‘ de geniş bir arazide yer alan tatlı ve epey büyük bir sitenin sonunda varıyorsunuz. Plaj sitenin değil yanlış anlaşılmasın. Tamamen bağımsız ve herkese açık. Sezonda şezlong ve şemsiye kiralanabiliyor ama biz gittiğimizde zincilenmişti. Bagajdaki kamp sandalyeleri iyi iş gördü o yüzden. Tesis namına çok bir şey beklemeyin zira biz orada hiçbir şey yiyip içmedik. Sadece yumuşacık kumun, sakinliğin neredeyse ekim denizinin tadını çıkardık.
Bir haftasonu kaçamağını daha tamamlamadan önce elbette plajda acıktığımız için yola çıkmadan bir şeyler yemek istedik 🙂 yine ve yine. Önceki gün de gelip geçerken yol üzerinde gördüğümüz Gula’ ya şans vermek istedik. Zira adını daha önce hiç duymamıştık ama mekan dışarıdan bizi cezbetmişti. Sahipleri Alaçatı’ yı bırakıp buraya gelmiş. Balık bazlı bir restoran ve epey iddialı. Biz yola çıkacağımız için yemek faslını biraz kısa tutmak isteyerek meze ve ara sıcaklardan gittik. Sevimli ambiyansıyla ve lezzetleriyle son dakikada bile şahane bir seçim yapmış olmanın haklı gururuyla bu gezimizi de sonlandırdık 🙂 Buraya kadar geldiyseniz size can-ı gönülden sevgilerimi iletiyorum 🙂 sorularınız olursa aşağı yorum olarak bırakabilirsiniz.