Son yıllarda lüks moda markalarındaki restaurant ve cafe açılımları eminim dikkatinizi çekmiştir. Tek tük başladılar şimdi neredeyse akın akın bu akımın peşinden gidiyorlar. Avrupa, Amerika ve Uzak Doğu’ daki dünyaca ünlü şehirlerin en ikonik alışveriş caddelerinde, alışveriş merkezlerinde yer alan en ikonik (flagship mağaza diyebiliriz) mağazalarının bir bölümünü dönüştürerek veya tamamen ayrı bir lokasyonda yeni bir yer yaratarak müdavimlerine bu kez gastronomik deneyimler sunma yarışındalar. Hatta kimisi ünlü bir şefin adıyla da işbirliği yaparak piyasaya çıkmayı tercih ediyor. Bu iki tarafın hayranlarını da çekecek “win-win” bir yöntem.

Tiffany Blue Box Cafe – New York

Gastronomik derken bunların kaçı Michelin yıldızlıdır soru işareti ancak markanın genel çizgisini yansıtacak, tasarım çizgisini mekanda da hissettirirken yine bu çizgiyle uyumlu tasarlanmış menülerden seçim yaparak sevdiği markanın bu kez midesine gitmesini sağlayacak. Evet bu biraz garip bir deyiş gibi geliyor kulağa ama bana bu iş zaten konsept olarak biraz abartı geliyor.  Örneğin , New York’ ta yer alan Tiffany’ nin Blue Box Cafe’ si bana çok zorlama hissettiriyor her gördüğümde. Tavandan sarkan “küçük mavi kutular”ı adeta üzerine yağacakmış gibi hissettirmek oraya aslında tam da bunu hissetmek için gelenleri ziyadesiyle tatmin ediyor.

Louis Vuitton Asya kıtası için gözlerden kalp çıkartan bir marka. Paris ve Londra dışındaki cafelerinden birini de Bangkok’ ta açmasına şaşırmamalı.

Ralph Lauren ise bu trendde eskilerden diyebiliriz. 2014 Ağustos’ ta New York’ ta ilk kez açtığı kahve mağazasıyla başladı. Sonrasında neredeyse pek çok önemli butiğinde kahve köşeleri de yer aldı. Hatta Paris’ teki restaurantını da bizzat denemişliğim var. (yazısı bu linkte)

Bu arada belirtmeliyim ki restaurant furyasının bir alt kırılımı da şüphesiz ki 2 yazdır dünyanın önde gelen tepeden tırnağa o markayla plajları giydirme yarışı. Onu apayrı bir yazı konusu olarak yaza saklayalım derim ama aynı paralelde olduğu aklınızda kalsın. Hatta ve hatta buna paralel olarak da moda ve haute couture dünyasını domine etmiş çoğu markanın dekorasyon alanına da el atmış olmasıdır diyelim ve onu da önümüzdeki günlerde paylaşmak üzere şimdiden notlarımıza alalım. Ve elbette markalı oteller de aynı paralelliğin devamı. Geçen gün kaleme aldığım Bvlgari Hotel yazısı da bunlara bir örnek.

Yukarıda paylaşmış olduğum Prada Caffe ise çok yeni döndüğüm Londra seyahatimden kendi karem. Harrods’ ın içinde açılmış ayrıca kendi giriş çıkışı da mevcut.

Paris bu alanda cennet diyebiliriz.İlk aklıma gelenler yaklaşık 2,5 yıl önce büyük bir tadilat sonrası açılan Maison Dior’ un içindeki Dior Montaigne Restaurant, Cafe Kitsune, LV.

Hong Kong’ ta yer alan Vivienne Westwood Cafe’ yi de unutmayalım ancak Uzak Doğu’ ya bu anlamda çok yatırım yapıldığı aşikar. Gucci Osteria ismiyle Floransa ve Amerika şubelerinin dışındaki 2 restaurantı da Tokyo ve Seul’ de.

Bu mekanlara bu markaların daimi müşterileri mi gidiyor gerçekten yoksa bu markalara normalde gücü yetmeyen ama onunla kendini özdeşleştirmek isteyen kesim için daha ulaşılabilir bir seçenek mi sunuyor ben kararsızım şahsen. Sizin yorumlarınızı bekliyorum.

Giorgio Armani Cafe de yine geçen yılki Cannes seyahatimden….

 

 

Yazar

Yorum Yaz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Pin It